Unutuşun ve hatırlayışın romanı: Sarı Kehribar | Can Öktemer

4 saat önce 2

Hatırlama ve hafıza 21. Yüzyılın esaslı problemlerinden biri. İki dünya harbi ve art arda gelen trajik olaylar, zamanın hızlanması hafızamızda gedikler açarak, kolektif hafıza büyük boşluklar bıraktı. Sürekli unutmayacağız! diyoruz, öfkeli ve haklı bir biçimde. Lakin, bir süre sonra neyi unutmayacağımızı unutacağımız bir zaman dilimine girdik. Özellikle hafıza aktarımı için önemli olan kuşak aktarımının da bir noktadan sonra tanıklıkların aramızdan ayrılmasıyla sekteye uğraması bizi hafızanın melankolisine itti. Bu sebeple hafıza üzerine çalışanlar fotoğraf, sinema ve edebiyatın kolektif hafıza oluşumunda önemli bir yerde durduğunu söylerler. Görsel ve yazılı olarak inşa edilen bu hafıza biçimi, geçmişteki yaşanmış, tarihin uğultusunda unutulmaya başlanmış olayları hatırlamamıza yardımcı olabilir. Bu aynı zamanda geçmişle yüzleşme ve geleceğe yas sürecini tamamlamış bir şekilde ilerlememize de olanak verebilir.

Mehmet Yaşın’ın geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları tarafından yeniden yayımlanan Sarı Kehribar, Kıbrıs tarihi üzerinden doğrudan hafıza, unutma, yas ve melankoli eksenli bir roman. Yaşın, polisiye bir anlatı olarak başlayıp Kıbrıs’ın unutulmuş, yüzleşmekten kaçınılan tarihsel geçmişi ve bugünün agresif sağcı siyasi konjektöründeki durumuna eğiliyor.  Böylesine dev bir anlatıyı da yaşanmış bir hikâyeden esinlenerek, fotoğraf, mektup, afiş, kartpostal gibi belgesel ögeleriyle derinleştiriyor. Kurgu, biyografi ve tarihi iç içe sokarak sarmal bir anlatı kurarak Kıbrıs’ın tarihine bakıyor. Mitoloji, resmi tarih arasına sıkışmış mikro tarih ve yaşanmış olandan yola çıkarak.

Gizemli bir trafik kazası ve ardından başlayan olaylar

Lefkoşa, bir araba son sürat ilerliyor, dengesini kaybetmiş gibi yolda savruluyor, sürücünün niyetini okuyabilmek güç. Yan koltukta oturan kişi ise kaderine razı. Şoför, hız meraklısı mı, ölmek mi istiyor yoksa heyecan mı arıyor. Anlayamıyoruz, araba viraja doğru savrulup Mnemosyne Nehri’ne doğru uçuyor. Suikast mı? Cinayet mi? Kaza mı? Adını bize vermeyen şoför hiçbir şey hatırlamıyor, arkadaşı kayıp, yoksa öldü mü? Ne oldu? Nereye gitti? Bilinmiyor. Polis olay yerinde ona dair bir iz bulamıyor. Hafızası gel gitli, o gece ne oldu orada? Her şey silik bir imgeye dönüşmüş durumda. Mnemosyne, Yunan Mitolojisi’nde hafızayı imleyen bir sembol, simge. Arabanın oraya uçması tesadüf olmasa gerek öyleyse.

Anlatıcı hastaneden çıkıp bir dönem üç kız kardeşin yaşadığı yere gelince hafıza kutusu açılıyor ve esas hikâye başlıyor bir anlamda. Hayaletler, yarım kalmış hikâyeler ve Kıbrıs’ın trajik tarihinin hayaletleri evin içinde. Hayaletler niye döner diye sormuştu Lacan, yas süreci tamamlanmadığı için diye yanıt vermişti. Üç kız kardeşin hikâyesi de biraz böyle. Onların hikâyeleri hatırlanmaya başladıkça 6,7 Eylül’den, 74 Kıbrıs’a varana denk büyük anlatılarda biraz kaybolmuş, unutulmuş yüzleşilmeyi bekleyen bir tarihle karşı karşıya geliyor. Her hikâyede olduğu gibi tarihte hakkaniyetli bir şekilde tamamlanması, inşa edilmesi gerekiyor. Yarım kalan ve çarpıtılan her tarih hafızamızda gedik açıyor. Hikâye boyunca Mnemosyne’nin bizim hep yanı başımızda olması tesadüf değil. O, bize hatırlamamız için yol gösteriyor. Üç kızkardeşin trajedisi sadece ailenin başına gelen talihsiz olaylar dizisi değil, bir coğrafyanın bir ülkenin hatta bir adanın tarihi. Etnik milliyetçiliğin gölgesinde dinsel ayrımcılığın tam ortasında bir tarihin gölgesi hikâye boyunca bize eşlik ediyor.

Sarı Kehribar’da bir taraftan hatırlıyor diğer taraftan bugünün her daim “Sorun” olarak tarif edilen Kıbrıs’a bakıyoruz. Biraz magazin, biraz bilimsel hırsla ortaya atılan Kıbrıs, Atlantis’in devamı mı? sorusuyla diğer taraftan bu sorunun paravanında ortaya çıkan petrol ve gaz aramayla emperyalizmin avucunu kaşındırtacak bir finans -kapital haritalaması. Yazarlar, gazeteciler, bohemler dünyasında dönüp duran bol sorun tespitli az sorun odaklı bir Kıbrıs hikâyesi Sarı Kehribar. Ada birleşecek mi? Sınırı ayıran çakıl taşı kime ait? Oturduğun yerden karşıdaki apartmanı görüp, oraya pasaport olmadan girme saçmalığı… Kıbrıs’ın bitmeyen, bitirilemeyen sorunu…

Mehmet Yaşın’ın romanını bir çırpıda özetleyebilmek güç. Katmanlı bir anlatı kurmuş yazar. Farklı türlerle yanaşmaktan da çekinmemiş. Şiir, lirik anlatı, deneme, tarih ve belgesele yaklaşan bir tarzla inşa etmiş romanı. Yaşanmış bir hikâyeyi kurguya dökerken, hatıraları, anıların “hassas” sınırına dokunmadan güçlü bir hikâye örgüsüyle yaklaşmış metnine. Geçmişin tüm yüklerini mesafesini koruyarak ama hakikati tüm çıplaklığıyla ortaya koymuş. Tıpkı Walter Benjamin’in Tarih Meleği imgesi gibi, Sarı Kehribar da bizi bir taraftan geçmişin tüm yıkıntılarına bakmamızı diğer taraftan da bunu bilerek, görerek ileriye gitmemizi öneriyor. Özetle Sarı Kehribar, şair elinden çıkma, unutuşun ve hatırlayışın romanı.

Yazının Tamamını Oku