
Vakit öğleye yaklaşıyordu ve ben oturduğum sandalyede yaşlanıyordum. Nedir bu, hatıra mı yoksa hatıranın hatırası mı, kafam çalışma masam kadar karışık. Belki de sadece geçmişte izlediğim bir filmden aşırdığım bir diyalog. Öyle ya şu sıra kafamın içi dans eden –kavga da olabilir- kelimelerle dolu.
Dans dedim de, bir arkadaşım biraz eğlenmek iyi gelir, dedi. Eğlence; güzel giysiler giyip pahalı içkilerin içildiği yerlere gitmek, ev partilerinde dans etmek, çılgın yetişkin oyunları oynamak… Şehvet yastığın altına saklanmış, çıkar onu oradan, kucakla, demişti yine aynı arkadaş. Adı neydi, Samet mi? Aylak adamın tekiyken bana akıllar verirdi.
Hatırlamam gereken şeyler olduğunu biliyor neden hatırlamak zorunda olduğumu anlamıyorum. O gün için bir pantolon alacaktım, gri ya da siyah. Karar verememiştim. Mağazaya gittiğimde içerisinin kalabalık olduğunu gördüm, bir kadın baygın yatıyor, eteği sıyrılmış, ilk dikkatimi çeken mum beyazı bacaklar. Etrafında meraklı insanlar, dışarıda siren sesleri. Hemen oradan uzaklaşmak yerine kadını çevreleyen kalabalığa yaklaştım, önümdeki adamın omuz aralığından gördüm; yerde yatan eski karım.
Kollarımı mutfak masasına dayayıp başımı ellerimin arasına aldım. Hava karardı, kalkıp ışığı açmadım. Bir süre sonra tuvalete gitmek ihtiyacı duydum, terliklerimi sürüyerek, aheste. Terliklerimi sürüyerek yürümeme kızardı, ne o öyle yaşlı adamlar gibi. Dönüşte yatak odasının önünden geçerken durakladım, güzel günlerdi demek istedim, beceremedim.
Gerdek gecesi tam bir felaketti. Eski karımın kırıcı sözleri olmasa aldırmazdım.
“Sen bu hayatta her şeyi denemişsin, heyecanını kaybetmişsin.”
“Mutlu azınlık olduğumu mu kastediyorsun?”
“Değil misin?”
“Değilim.”
Uzatmadı. Düşünmeme neden olan sözleri evirip çevirdim, mutlu azınlıktan mıyım ben? Öyleysem ne çıkar bundan, suç değil ya. Hüznümü kravat iğnesi yapar takarım gerekirse. Gerekirse dedim, mutsuz görünenler aklıselim insanlar mıdır? Mutluysan aptalsın. Son söylediğime inandım.
Aptal olsam kime ne? Sonuçları beni ilgilendirir. Evlenince karını da ilgilendiriyor, artık birsiniz ya!
Geçmiş gün, yine tartışıyoruz, ‘gerçeklikle ilgim umurumda değil’ dedim.
“Senin hiç bir şey umurunda değil, buna ben de dâhilim.”
Felsefi bir tartışma başlatmak isterken kadınsal suçlamaların tuzağına düşmek üzereydim.
“Haklısın bencilim, tek ilgilendiğim kendimim.”
Doğru değildi söylediğim, o ise hemen onayladı. ‘En azından kendini tanıyorsun,’ dedi.
Şimdi bir mağazanın orta yerinde baygın yatıyor. Yanlış, muhtemelen sağlık görevlileri onu hemen hastaneye götürdü. Belki de öldü.
Üzerime boca ettiğim hatıra kırıntılarını elimin tersiyle masanın kenarına ittim. Oraya yığılın, orada birikin ama bana bulaşmayın dedim. Masanın pencereye yakın kısmını kullanmam bir süre. Ölmüş eski karım için acı çekmem uygun düşmez.
Mutfağımı inceledim, eşyalar yerli yerinde, her şey olması gerektiği gibi. Bu durum içimi rahatlattı, demek ki yolunda gitmeyen bir şey yok. Belki sadece yeni bir el havlusu. Üzerinde küçük mavi kayık olan beyaz havlu lekeli. Onu atmalı. Evliyken de yemekleri ben yapardım, farklı tarifleri denemeyi seviyorum. Mutfağı ondan çok seviyormuşum, öyle demişti. Aslında hayatımdaki birçok şeyi senden fazla seviyorum demek istemiş tekrar bir tartışmanın ağına düşmemek için susmuştum.
Pantolon alamadım, ne büyük eksiklik! Yapmak istediğimi yapamadığımda, engelle karşılaştığımda kendimi yetersiz hissediyorum. Yetersiz biri! Yarın tekrar mağazaya girme düşüncesi bir an dehşete düşürdü, hemen üstünü örttüm bu düşüncenin. Neden korktuğumu anlamak zor. Karşılaşacağım başka eski karım yok. Epeydir duygularımı tartmadım, neler olup bitiyor zihnim ve bedenim arasında? Elli beş yaşına göre iyi durumdayım, bedensel olarak sağlıklıyım. Zihnim de bedenime dâhil elbette ama onun esenliğinden pek emin değilim. Son günlerde zihnimi tamamen boşaltmak istiyorum, düşünürün ileri sürdüğü boş levhaya dönüşsün. Boş levhayı yeni deneyimler, yaşantılarla doldurabileyim.
Hayatımda eksikliğini hissettiğim ne, belki bunu düşünmeliyim. Mutfak masasında düşünmek olmaz, hatıra yumağı ısrarla bana bakıyor; eski karım bir davet için hazırlanmış, kızıl saçları, kırmızı saten elbisesi ile çok çekici. Ortamın en güzel kadını. İnsanlar ellerinde içki kadehleri durmadan konuşuyor, gülüyorken sıkıldım, ardı ardına içkileri yuvarladım. Sonra etrafta saçmalayarak dolaştım, hatırlamıyorum, karım öyle söyledi. Eve döndüğümüzde tartışmak istiyordu, her zaman tartışmaya hazırdı, hep dinamik, sözünü esirgemeyen… Yorgundum, gözlerimi açıp birkaç cümle sıralamaya mecalim yoktu, koltukta sızmışım. Giderken yak o koltuğu demişti, belki hayatına canlılık gelir.
Bu böyle olmaz, tüm yığını -hatıra yumağını- kucaklayıp açık pencereden dışarı fırlattım. Aşağıda, sokaktan geçen tek tük insanın üzerine. Terk edilmek onların canını yakar mı, bedenleri saf acıya keser mi? Kısa saçlı, sarı etekli kadın bir ara yukarı baktı, ani bir hareketle kaldırımdan yola indi. Zamanlaması muhteşem, anı parçasından son anda kurtuldu. Bizim anılarımız, başkalarının anılarına dönüşür mü, denk düşer mi, merak ettim. Her doğum gününde yaşı kadar aldığım kırmızı güller, sarı etekli kadının hatırası olabilir mi?
“Sıradansın, biraz geliştir kendini.” Gül buketini vazoya yerleştirmeye tenezzül etmedi.
Nemrut kadın, yalandan da olsa memnun ol. Söylemek istediğimi içime atmamıştım bu defa, üstelik üşenmemiş çöpe atmıştım buketi.
Pencereyi kapadım, dışarısı serin.
Masanın ucunda küçücük bir kırıntı kalmış, son doğum gününden öncesi.
“Çocuk istiyorum. Bebek renk katmaz mı hayatımıza?”
Eve geldiğimde banyoda, klozete oturmuş ağlıyor, yine iki çizgi değil. Umutsuzca baktığı test çubuğunu elinden alıp çöp kovasına attım.
“ İyi ki iki çizgi değil.”
“Ne dedin?” Gözlerinden alevler çıkarmayı nasıl başarıyor hiç öğrenemedim.
“Çocuk istediğimi sanmıyorum.”
“Ben istiyorum, hem de çok istiyorum.”
“Neden?”
“Neden mi, anne olmak istiyorum. Bu kadar basit.”
O kadar basit değilmiş, epey konuştu. O klozete oturmuş ben ayakta, banyo aynasından kendime bakıyor ve akşam yemeğinin ne zaman hazır olacağını düşünüyordum.
“Bana, sevgime, şefkatime muhtaç bir canlı, buna ihtiyacım var. Senin anlayabileceğini sanmıyorum.”
Artık hem konuşuyor hem ağlıyordu. Kelimelerinin çoğunu anlayamıyordum, anlayamadığım şeye verecek yanıt bulamıyordum.
“Bu evde seninle yalnız kalmaya dayanamıyorum.” Son bir güçle yüzüme haykırdı.
Sözleri ölümle ani bir karşılaşma gibiydi, sustum.
Tekrar pencereyi açmak zorunda kaldım. Kalan anı kırıntısını tek elime alıp kimsesiz sokağa fırlattım.
edebiyathaber.net (21 Haziran 2025)