Öğretilemeyen Şeyler: HemDem | Pelin Özer

2 hafta önce 4

Bedendeki seğirmeleri, belli belirsiz kılcal kıpırtıları, beklenmedik dalgalanmaları, gizlenemeyen gürlemeleri, zamansız titreyişleri, kabarcık suretinde beliren zonklamaları,

yüzeye vuran blokajları ve dahasını derinden okumayı öneriyorum. Başta kendime. Kendi bedenimi. Her sabah. Her akşam. Her an. Sonra hemen akabinde sıçrayarak başka bedenlere yöneliyor bilincim. Kaçınılmaz biçimde çoğula açılarak. Tekvücut olana dek ilerleyen sistemi özümseyerek.

Aynı anda iç ve dış araştırma olmadan kendini nasıl bulacak insan. Ayrılmazlığın oyunundayız. Matruşkalığımızın farkında. Uzağa gitmeye gerek yok. Çoğalma hamlesi en yakından başlıyor.

Olur olmaz zamanlarda açılan uçurumların uçma temrinlerine hazırladığını duyumsadığımda bedeni yapıt bellesek diye düşündüğüm olmuştu. Yayılma kaçınılmazmış. Mürekkep lekesi beden. Tek ve sonlu bir gövdeden ibaret olduğumuz sanısıyla salt kendi cismimize-kabımıza-kılıfımıza odaklansak daha kolaydı belki. Ama öylesi mutlak ve tekil duyuşlar bizi alıkoymaz mıydı kâinat boyu açılımlardan. Kısır mevcudiyet, tekil kavrayış kuruturdu iç ormanlarda kökleri. Mono-ton gölgeleri ateşe verirdi. Hem acaba sadece biz miyiz yaratıcısı bu geçip giden gövdenin ve tek kozadan ötesi yok mu bizi taşıyan.

Kim ölçebilmiş menzilini. İnsanın. Canlının. Cansızın. Varlığın. Bedenin(in). Kısıp gözlerini uzaklara baktığında kim ayırt edebilmiş son adımı.

***

Taşıyıcısı olduğumuz bedenin hem iç hem dışyuvarlarında; yanında-yakınında-yöresinde-ötesinde yanyana usulca dizilmiş harflerin biraradalığından doğan ve değişimi doğası bellemiş anlam dizisine odaklansak neler bulurduk orada. Değişim içinde. Çaktırmadan. Bekleyen. Aynı zamanda hareket halinde. Onlara kavuştuğumuzda bize biçilmiş, yalnız bize ait sandığımız bedenden başlayıp çoğullaşmanın sırlarıyla dolup taşmaz, ötelere doğru sızıp açılacak kıvama gelmez miydik.

Sanki durup dünya cangılında böylesi şeyleri hatırlamakta fayda var. Bedenin özüne nüfuz etmeye çalıştığımızda…… Anlam kendini sadeliğiyle bize duyurur gibi olduğunda…… Kısacık bir süre. Yekpare birkaç saniye. İçeride duraksız kıpırtı. Telaşsız can havli. Bildiği gibi işleyen düzene uyanırdık. Bizi umursamadan işine bakıyor derdik. Bir yandan da bizden kopmuyor. Beden saati kurulmuş. Onu alıkoymayalım ki kesintiye uğramasın oluşum(uz).

Bedeni ben-sen-o ayırmadan, tekil-çoğul sahiplenmeden; o ara bölgede hem tohum hem yaprak harf harf sökmeye çalıştığımızda neler bekleyecek bizi. Hazır mıyız. Bir de ona odaklanmalı. Açık seçik sormalı. Aynasız da gözlerinin içine bakar mı insan? Beden bunun mümkün olduğunu söylüyor. Ondan okuyacaklarımız bize yeni bir halk sunuyor. Konargöçer topraklar, uçan dağlar, vadilerin göz oluşu. Sürpriz ile vaat onda aynı anlama geliyor olmasın. Oradan çoğula doğma niyeti yeter. Çıktık kendimizden. Koyulduk yola. Mecazla başladık. Gerçeğe vardık. Hem dedik. Dem dedik. HemDem dedik. Bedenin sonsuzluğa vizesini almış olmaz mıydık böylece.

Kendimden saklayamadığım, bedenimi lodos vurmuş kayık misali sarsan böyle güçlü bazı duyuşlar cirit atıyor içimde-dışımda-tepemde. Denizlerin sükûneti için de yazmaya memur edilmiş olmalıyım.

***

Aslında her durumda incelenmek üzere bize emanet edilmiş pusula bedenlerimiz. İç koyakları yoruma açık. Yönü akış tarafından belirleniyor. Ama cümleye netlikle varmak için açılmak elzem. Oysa gözlem nesnesine bizzat ve sadece onun duyularıyla yaklaşmak dünyaya atıldığımız an aldığımız soluğa ters. Nasıl olacak da unutuşa salacağız bize durmaksızın kendini duyuranı. Kabuk içinden ve dışından. Tene değen, tüylerden seken, okyanuslar ötesi ulaşıp apansız titreştiren. Biz en iyisi her şey bir yana diyecek aralığı yaratıp kümeleşen o beden-cümlelerden oluşan yurt tahayyülüne odaklanalım. Oradan bir bir açılacak katmanlar.  

Her an ister istemez topladığı, en azından farkına varmaktan uzak duramadığı ipuçlarını birer devam cümlesi gibi ele almayı öneriyor ruh-beden-kalp sistemi. En uzakları, öte-geçeleri döndürüp dursa da aslında tüyo vermeyeceğini, kolaylaştırma manevrası yapmayacağını çoktan duyurmuş. Sonu başa sarmayacak. Hayır. Damla damla akacak soluk. Sözünden dönmezliği zalimlikten değil; sürprizlerin önünü kapamak gibi bir kudreti bulunmadığından.

Bu beden öte(ki)leri de kapsadığı için, bütünden kopamayacağından ve mevcudiyeti tekil sürdüremeyeceğinden; sınırsızlığını ve seyreltilmişliğini birarada yaşayıp yaşatıyor. Öğretiler bir yana karşıtlık silindiğinde dayanaksız kalıyor kimi zihinler. Oysa beden duyuru panosu içiçe geçmişliğin, karşıtlar birliğinin. Nasıl karışmasın kafalar. Bırakalım. Karışsın kafalar.

Niyetlendik diyelim; hemen hop derin bir soluk; toparlarız karışmış zihni. Sonra yeniden kavrayışların uçuşacağını duyumsamak durdurmaz bizi. Mesela şöyle: Zıt uçları aynı anda kucaklama becerisi geliştirenlerin yakınlığında bedenin rehavete kapılmayacağından; bedenleşmenin beyhude ve zaruri koyaklarından haberdarız. Sahiplenişin —ve bu yüzden de kaçınılmaz tükenişin— o tekbeden algıya külliyen ırak olduğundan eminiz. Akışın buyurduğu güzergâhlarda salınım terk edişi zorunlu kılıyorsa hafiflemek de kodlanmış genlerimize. O beden ki diyerek yükseltiyor sesi bilinç; saklayamadığından açık eder her şeyi. Bu sayede kendisine odaklananı zorda-darda bıraktığı ise görülmüş değil.

Teklik algısı ne büyük yanılgı. Beden dolusu ruh kaynaşıyor iç diyarlarda ve aslında her birimiz gayet iyi bilsek de kimilerinin unutmayı tercih ettiği bir şey var: Kalplerimiz birleşerek evrenin nabzını tutuyor.

***

Parmakuçlarımız beden yüzeyinde detektör misali gezindiğinde yeni kıtalar bulması, yeni yurtlara kavuşması; kucak dolusu çoğalması muhtemel demek istiyorum aslında. Sadece kalp çarpıntısından ibaret olduğumuzu sanmayalım; rüzgârda savrulan saçlardan, tırnağın deride kayıp gidişinden, tüylerin ürpertisinden, kabartılan kulaklardan, karıncalanan uzuvlardan, yanakların önlenemez kızarışından….. İçimizden geçenlere hudut yok.

Giysi misali üstümüze geçirilmiş bir dış yüzey; içrek mağaralar, kuyular; damar damar nehirler, göller, yağmur, balçık, kuytu, orman, labirent….. Okumakla sonun gelmeyeceğini bizden evvel beden biliyor olsa gerek. Hayat kitabında bir fasikül o. Akışkanlığıyla keşfedilmeyi, hep okunup yeniden yorumlanmayı bekliyor. Umarsızlıkla senkronize bekleyiş. Sabra atılan tezcan. Yas bilmez kayıp. Sonu yaratmak üzere kurgulanmamış. Bulunmadığında da sürecek devri. Hikâyenin finali, daha doğrusu final fikri boşluğa havale. Bunu duyumsamak telaşsızlıkla taçlandırır beden kitabını ve onun daimi okurunu.

edebiyathaber.net (30 Mayıs 2025)

Yazının Tamamını Oku