Keedie’nin gözünden dünya: Otizm, zorbalık ve direniş | Tuba Karamuklu

2 hafta önce 3

Günümüzde çocuk sahibi oluyorsanız vay hâlinize. Sadece ebeveynlik yapmanız mümkün değil.

Doğduğu andan itibaren ebeveynlerden özellikle de anneden bir çocuk gelişimci gibi çocuğunu gözlemlemesi, akışta kalması ve gelişimsel bir geriliği olup olmadığını çat diye bilmesi bekleniyor. Çocuğunun hangi ayda hangi motor becerilere sahip olması gerektiği bilgisi anneler adına bir zorunluluk gibi ifade ediliyor. Göz teması var mı, sosyal gülümsemeyi kaçıncı ayda gerçekleştirdi, adını söyleyince size bakıyor mu birçok gelişimsel basamak uzmanlardan önce annenin takibinde ilerliyor. Farz edelim ki bunlardan birini anne gözlemleyemediyse o zaman anne büyük bir ihmalle suçlanıyor.

Etiketlerle insanları anlatmak ise en kolayı. Bir çocuğun müthiş bir dikkatle oyun oynadığı için bir anda bir başka insana tepki vermediği için otizmle ilişkilendirdiği sohbeti dehşet içinde takip etmiştim.

Çocuk, sadece oyun oynuyordu. O an ilgisi başka bir şeyde diye ve de karşı tarafın istediği tepkiyi vermedi diye otizmle yaftalanması benim anlayabileceğim bir noktada değil. Biz yetişkinler de bazen bir şeylere mesela telefona dalıp yanı başımızdaki insanın seslenmesini duyamayabiliyoruz. Bu kadar teşhis koyma merakı benim insanlığıma da anneliğime de çok geliyor kısacası.

Her hareketli çocuğun hiperaktive ile ilişkilendirilmesi ne kadar saçma ise adını seslendiğiniz anda size bakmayan bir çocuğun otizm ile ilişkilendirilmesi de bir o kadar saçma. Tekrarlayan durumlar var mı, aşırı ses ve aşırı kokuda verdiği tepkiler ne ölçekte, göz temasının olmaması ya da adına tepkisizlik sık karşılaşılan bir durum mu, öfke krizleri var mı gibi gibi birçok soru ve uzmanların değerlendirmesi bu anlamda bizim önceliğimiz olmalı.

Bütün bu değerlendirmelerin, testlerin sonucunda bir çocuğa otizm teşhisi konulduysa gelin o zaman bir başka şey konuşalım.

Bu çocuklar için hayat yeteri kadar zorlayıcı. Sesten, kokudan, kalabalıktan, havadan aşırı derece etkilenen bu özel çocuklar her durumu kendi limitleri doğrultusunda kaldırabiliyorlar ya da bu durumla baş edemiyorlar. Tahmin edemediğiniz nokta ise burada devreye giriyor. Bu özel çocuklar için zorlayıcı durumları ortadan kaldırmaya çalışan ebeveynlerin de sinir sistemi bir hayli zorlanıyor. Ama bunları teknik bilgilerle sunmak çocuklar ve yetişkinlikler için ilgi çekici olmadığı için sizlere bir solukta okuyacağınız bir kitapla geldim.

Toplumsal farkındalık açısından son derece güçlü bir anlatı olan Elle McNicoll’un Karanlıkta Yanan Kıvılcım eseri, sıradan bir gençlik romanı olmanın ötesinde derinlemesine yarattığı karakterlerle de dikkat çekiyor. Ana karakter Keedie, yalnızca otistik bir birey olarak değil, aynı zamanda zorbalığa karşı direnen bir kız çocuğu olarak da okuyucunun hafızasında yer ediyor. Kitap, otizm spektrumundaki bireylerin toplumda karşılaştığı dışlanma, yanlış anlaşılma ve yok sayılma deneyimlerini, samimi ve etkileyici bir dille işliyor. Zorbalık gibi toplumsal kanayan yaramız yapısal bir soruna karşı bireysel cesaretin nasıl bir dönüştürücü güç olabileceğini ortaya koyuyor.

Bu noktada yazarın başarısına değinmemek olmaz, yarattığı sade dil ve içten, yaşamın içinden karakterleri dikkat çekiyor. Juniper isimli küçük bir İskoç kasabasında geçen olaylar, sınırlı bir coğrafyada evrensel bir sorunu anlatıyor: “Normalliğin” dar tanımı dışında kalan bireylerin dışlanması.

Keedie’nin nöroçeşitliliği üzerinden onun yalnızca farklı algılayan bir birey olduğunu değil; aynı zamanda empati yeteneği yüksek, keskin bir adalet duygusuna sahip biri olduğunu da anlarken acı bir gerçekle de yüzleşiyoruz. Toplumun büyük bölümü onu “garip” olarak etiketliyor.

Kitapta zorbalık, sadece fiziksel ya da sözlü saldırılarla sınırlı değil. Duygusal dışlanma, görmezden gelinme ve yapay toplumsal bariyerlerle örülen ayrımcılık üzerinden zorbalığın yıkıcı gücünü de anlamamıza yardımcı oluyor. Özellikle Keedie’nin gençlik kulübünde yaşadığı deneyim —bir zorbayı özür dilemeye zorlamak için masanın üzerine çıkması— onun yalnızlığını değil, aynı zamanda sistemin empati yoksunluğunu da gözler önüne seriyor.

Keedie’nin kendisi gibi farklı olanlarla (Bonnie, Angel ve küçük kardeşi Addie gibi) kurduğu bağlar üzerinden inşa edilen dayanışma duygusu ise defalarca boğazımı düğümledi. Duygusal olarak zorlandığım bu satırlarda yazar McNicoll’un otistik bireylerin yalnız olmak zorunda olmadığını; doğru ortamlar ve anlayışlı kişilerle bir araya geldiklerinde ne kadar üretken, yaratıcı ve güçlü olabileceklerini gösterdiğini söylemek abartı olmayacaktır.

McNicoll’un yazar olarak başarısı yalnızca temsil gücünden değil, aynı zamanda hikâyesinin duygusal yoğunluğunu ölçülü bir şekilde aktarabilmesinden geliyor. Otistik bir bireyin iç dünyasını okura açarken abartıdan uzak duruyor; ötekileştirici değil, onarıcı bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Bu da özellikle genç okurlar için güçlü bir rol modeli sunuyor.

Karanlıkta Yanan Kıvılcım, gençlik edebiyatı içinde nadir rastlanan bir duyarlılıkla hem otizm hem de zorbalık konularını ele alırken okura da kendi önyargılarını sorgulatıyor. Toplumun baskılarına karşı dimdik duran bir karakterin hikâyesi, yalnızca otistik bireyler için değil, herkes için ilham verici bir nitelik taşıyor. Farklılığın bir zayıflık değil, bir değer olduğunu anlatan, “farklı” olmanın aslında ne kadar güçlü bir potansiyel taşıdığını gösteren bu roman, her yaştan okur için eşsiz bir deneyim vadediyor.

Keyifle ve bilinçle okumanız dileğiyle…

Yazının Tamamını Oku