Güray Süngü’nün ‘Büyük Irmaklardan Bile’ Adlı Romanına Dair | Esrin Güvenç

2 hafta önce 5

Büyük ırmaklardan bile Güray Süngü’nün masalsı bir romanı. Mekanlar bu dünyadan belirli bir yer değil. Ama kahramanlar ve yaşananlar her coğrafyaya uyuyor. Roman Serinazman ırmağının yakınlarında bir adada geçiyor. Buraya yakın bir Aşağı Ülke bir de Yüksek Ülke var. Aşağı Ülke’de insanlar fabrikalarda çalışıyorlar. Bazen iç savaş çıkınca buradaki insanlar adaya göç etmek zorunda kalıyorlar. Bu göçmenler “Zede” olarak anılıyor. Ada halkına karışmıyorlar, adalıların yaptığı tahta kulübelerde yaşıyorlar. Öldürüldüklerinde haksızlığa uğradıklarında kendilerini savunmuyorlar. Bir üretim yapmak, değişmek gibi bir gayeleri de yok. Ada halkının verdiği kuru ekmek ile hayata tutunuyorlar. Tek istedikleri göğün altında özgürce nefes almak.

Romanın iki zamanı var. Birinci zamanda dağda Gökadam tarafından bulunan güzeller güzeli Gülperi adaya geliyor. Üç yakın arkadaş olan Gökadam, Kıral ve Dedebey bu dilsiz güzele aşık oluyorlar. Dedebey, Kıral’ı kıskançlıktan öldüresiye dövüyor. Kıral sakat sayıldığı için kızı Gökadam’ a veriyorlar.

Yazar kötülüğün kaynağının kıskançlıkla başladığını düşündürüyor. Zaten romanın girişinde Habil ile Kabil hikayesi var. Kabil, Habil’in sunduğu kurbanları kıskanıyor. Küçük bir haset yüreğinde büyüyor. Birinci zamanda üç arkadaşın kardeşliği bir kıskançlık krizi ile bozuluyor.

Toplumun kardeşliği, huzuru nasıl bozulur? Kötülük nasıl başlar ve yayılır? Yazar bu sorunun cevabını ikinci zamanda veriyor. Bu zamanda Kıral, Dedebey ve Gökadam genç değil. Gülperi geldiği gibi zaten sırlı bir şekilde yok olmuş. Dağdan bulunup getirilen kişi bu sefer bir çocuk. Roman annesinin ve babasının kim olduğu bilinmeyen bir erkek çocuğunun gözünden anlatılıyor. Dört yaşında bulunmuş Ana tarafından büyütülen çocuğun hem kafası hem adı: Yamuk. Korkor’la birlikte bir aktar dükkanını çekip çevirmektedir. Korkor da yetim bir çocuk. Fakat Yamuk’tan biraz daha büyüktür. Ana onun öz annesidir. Yamuk’a da o bakar.

Ada halkı Zedeler gelmeden önce belli bir düzende yaşamaktadır. Evlerin kapısı kilitlenmez, evler çitle çevrilmez, tecavüz etme, öldürme olayları yaşanmaz bir memlekettir burası. Yani bir nevi masal ülkesi. Fakat Suç ve Ceza okurları bilir ki bir insan hem iyi hem kötüdür. Bir yerde insanlar olsun da kaos olmasın! Çünkü nefes alan insan nefs sahibidir. Hz Yusuf’un dediği gibi “nefis daima fenalığı ister.”

Adaya kaos hem kendilerinden hem de dışardan gelir. Yüksek Ülke’den gelen adamlar beyaz sarı renkli, uzun bacaklı, şapkalı, iyi eğitimli, sivri adamlardır. Adada çeşitli değişiklikler yaparlar. Kelimeleri öyle ustalıkla kullanırlar ki ada halkı onların her reformunu, manipülasyonunu kabul etmek durumunda kalır. Önce adanın ileri gelenlerinden Kıral ölü bulunur. Sonra Sivri adamlar Kıral’ın heykelini yapıp meydana dikerler. Bu gülümseyen ve bilgece şeyler söylemiş bir heykeldir. İşin doğrusu ölen Kıral Yüksek Ülke’nin sivri insanlarına manipüle olmayacak, sert ve doğru birisidir.

İkinci adım ada halkına tek tek tohum dağıtılır. Tohum, nifak tohumlarının bir sembolüdür. Çiçek tohumları dağıtan Sivri Adamlar her vatandaşın kafatasını ölçer. İsimlerini, adreslerini, ölçülerini kaydeder. Halkı yazılı kaynaklara iki ayrı millet olarak geçirir. Bir milletin adı Utu, diğerinin adı utU. İki milletin adında simetri var, aynı ayna gibi. Zaten Kürt, Suriyeli, Türk, Arap, Alevi, Sünni, başörtülü, başörtüsüz, Hutu,Tutsi… aynı kardeş değil miydi?

Habil İle Kabil hikayesini üç kez anlatıyor yazar. Üçüncüde Arru ve Urra oluyor isimleri.

Bir zaman sonra kimisinin tohumu güzel bir çiçek olarak açarken kimisinin tohumu bir çalı olarak açar. Bir saksı dolusu çalısı olanlardan biri de Yamuk’tur. Kendisinin evinde iş yerinde bahçesinde çeşit çeşit çiçeği varken dahası ada büyük ırmağın çiçeğin çimenin ortasındayken başkasının tohumundan çıkan saksıdaki çiçekleri kıskanmaya başlar. Adem ve Havva’dan bir çiçekli dünyaya düşmüşken Sivri Adamlar tüm insanlığa ‘Öteki’ nedir bunu öğretir. Öteki, Zedelerdir, bazen kafatası ölçülüp başka ulustan yazılan komşundur, aynı evde büyüdüğün aynı Ana’dan beslendiğin kardeşindir. Öteki Bosna’da, Suriye’de, Afrika’da kan dökmeye, fitne çıkarmaya devam eder. Zaten kitap Cemal Süreya’nın ‘Bütün kara Kıtalara. Afrika’da dahil’ dizesiyle başlar.

Kitabın kapağında bir kara karga var. Habil’in ölümünü izleyen. Kabil’e maktulü gömmeyi öğreten karga… Bir buğday tarlası ama köşede bir damla kan. Bölüm başlarında küçük, gagası açık kara karga resmi var. Kardeş kavgalarını, dökülecek kanı size anlatacak.

Kitabın bakış açısı dünya bilgisi az olan Yamuk’un açısıdır. Bazen neye inanacağını ne yapacağını bilemez. Son aşamada iki ulus olarak kaydedilen halkın birine cam balona benzeyen bir vazo diğerine sivri bir çekiç hediye edilir. Yamuk gibi olanlar Sivri Adamlar’ın piyonu olmaya devam edecek mi? Yoksa yeni bir düzen kurabilecek miyiz? İçine düştüğümüz bu dünyadan bakalım ellerimiz kirlenmeden çıkabilecek miyiz?

edebiyathaber.net (29 Mayıs 2025)

Yazının Tamamını Oku