“Yıllar önce dergiler, edebiyat ekleri bir liste hazırlıyorlardı, valizimize hangi kitapları koyabiliriz diye” başlamış Doğan Hızlan, geçen haftaki bir yazısına (Tatile çıkarken | Doğan HIZLAN Köşe Yazısı – Hürriyet Haberler ). Haklı, artık dergiler öyle listeler yapmıyorlar. Çünkü yayınevleri yaz için özel hazırlıklar yapmıyor. Birkaç yıl öncesine kadar, bazı yazarlarımız kitaplarına yayın tarihi olarak haziran ya da temmuz aylarını seçerlerdi, çünkü insanlar yaz tatiline giderken mutlaka yanlarına kitap alırdı. Zaten bir kitabın çok sattığının önemli göstergelerinden biri de plajlarda okunup okunmadığıydı. Şimdi tatile çıkarken yanınıza cep telefonunuzu almanız yetiyor. O nedenle de plajlarda kitap okuyanlara pek rastlamıyoruz.
Ben tatile yanıma birkaç kitap almadan çıkamam. Bu yaz tatili için de bir liste hazırladım kendimce. Yine geçen yıl söylediğim gibi tatil kitaplarımı daha çok edebi eserler, polisiyeler ve zamanında okuyamadıklarım oluşturuyor. Özellikle kalın diye ya da yoğundur, dili ağırdır, salim kafayla okuyup tadına varmak gerekir, uygun zamanda okuyayım diye ayırdığım kitapları tatilde okumaya çalışıyorum. Tabii listem çoğunlukla yeni çıkmış kitaplardan oluşuyor.



Fukaranın Ahı, Başar Başarır, İthaki Yay.
Başar Başarır, ilginç bir iş yapmış. Bir atasözleri defteri tutmuş. Defterinde biriken atasözlerini de “Fukaranın Ahı” adıyla kitaplaştırmış. Kitabın alt başlığı da “şahane atasözleri defterim”. Başar Başarır esas olarak öykücü ve romancılığı ile bilinir ama aynı zamanda iyi bir deneme yazarıdır. “Kaleminden kan damlar” denilen yazarlardandır. Usanmadan araştırır, konuları, kişileri didik didik eder, ayrıntılara dalar sonra da tatlı dille, güler yüzle anlatır. Fukaranın Ahı’nda Başar’ın bu gizli kalmış denemeci yanının iyi bir örneğini bulacağız. Kitapta her sayfada bir söz, her sözde bir hikâye var. Başar Başarır, atasözlerini kendince yeniden yorumluyor. Gerekçesi de şöyle;“Herkes atasözlerini hatırladığı, canı istediği gibi, en önemlisi de işine geldiği gibi söyler. Nasıl dilimizin, konuşulan güzel Türkçemizin tamamı donmuş değilse, organikse, yani yaşıyorsa, onun en kıymetli çekirdeğini temsil eden atasözleri de gelişir, değişir. Hatta bazen koskoca bir dilin yok olması gibi ölüp giderler. Söylenmeyen söz kaybolur, yazılsa da unutulur.”
Aytaşı, Wilkie Collins, çev. İsmail Ferhat Çekem, İş Bankası Kültür Yay.
Wilkie Collins (1824-1889), gizem ve dedektif romanlarının öncüsü kabul edilen İngiliz romancı. Yaşadığı zamanlarda çok ünlenmiş, çok okunmuş ama sonra Charles Dickens’ın gölgesinde kalarak unutulmaya terk edilmiş. İlginç bir bilgi, Collins’in yayıncısı Dickens olmuş, eserlerini dergisinde tefrika etmiş. Yazarın ilk büyük eseri kabul edilen “Beyazlı Kadın” da geçtiğimiz yılarda yine İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkmıştı.
Aytaşı, onun başyapıtı ve edebiyattaki ilk polisiye roman olarak kabul ediliyor. Polisiyenin bir çok temel kuralını Collins Aytaşı romanı ile koymuş. Roman şöyle tanıtılıyor; Hindistan’da bir tapınaktan çalınan Aytaşı’nın ikinci defa çalınmasını konu edinir. Anlatı farklı tanıkların ağzından yazılmış, böylelikle olay örgüsü de tıpkı bir elmasın yüzeyleri gibi tek tek işlenmiştir. Janr içinde güncelliğini hâlâ koruyan eksantrik dâhi dedektif karakteri, şüphelilerle dolu kır evi, olayın suç mahallinde yeniden canlandırılması gibi temalar ilk kez Aytaşı’nda yer bulmuştur. İngiltere Hindistan ilişkilerini ele alışı bakımından da Aytaşı kesinlikle çağının ötesindedir.
Ölecek Son İblis, Richard Osman, çev. Volkan Ersoy, Bilgi Yay.
Richard Osman, İngiltere’de televizyon programlarıyla çok ünlü komedyen, yapımcı, televizyon sunucusu. Ziyaret ettiği lüks bir huzurevinden ilham alarak yazdığı Perşembe Günü Cinayet Kulübü polisiyeleri ile kısa sürede Dünya çapında çok tanınan, çok satan yazarlardan biri oldu. Bilgi Yayınevi de iyi bir iş yapıp bu neşeli polisiyeleri Türkçeye kazandırıyor. Ölecek Son İblis, dizinin dördüncü macerası.
Kitap şöyle tanıtılmış; “Perşembe Günü Cinayet Kulübü sarsıcı bir haber alır. Antikacı eski bir dostun gizemli bir şekilde öldürülmesiyle koruduğu tehlikeli paket kayıplara karışır. Cinayet Kulübü’nün üyeleri bu esrarengiz olayın peşine düşer; sahte sanat eseri üreten üçkâğıtçılar, internet dolandırıcıları ve uyuşturucu kaçakçılarıyla karşı karşıya gelirler. Tüm bu yaşananlara yakınlarından biriyle ilgili yürek burkan bir olay da eklenir. Gitgide artan ölümler ve hâlâ kayıp olan paketle bela peşlerini bırakmazken şansları sonunda tükenmiş olabilir mi? Ölecek son iblis kim olacak?”



Eski Şehir Spor, Haydar Ergülen, Kırmızı Kedi Yay.
Haydar Ergülen, Eskişehir doğumlu, Eskişehirspor taraftarı bir şair. Haydar, usta bir şair olmasının yanında iyi bir denemecidir. Son kitaplarda anılarını anlatmaya başlamıştı ama doğup büyüdüğü toprakların öyküsü daha farklı ve tatlı olmalı ki özel ve güzel bir kitap çıkmış ortaya.
Haydar Ergülen, bu kitabı “bir borç ödeme denemesi” olarak niteliyor. Sevgili şehrini, çocukluğunu, ilk gençliğini anlatırken bir zamanlar Türk futbolunda “Anadolu devrimi”ni ateşleyen Kırmızı Şimşekler’in, Eskişehirspor’un ve yıldızlaşan futbolcularının öykülerini birlikte anlatmış. Eskişehirspor gerçekten de Fethi, Nihat, Ender gibi efsane yıldızları ile hepimizin çok sevdiği, gönülden destelediği bir kulüptü. Eskişehir’i ve Eskişehir’in efsane kulübünün öyküsünü Haydar Ergülen’in tatlı dilli anlatımı ile merakla okuyacağım.
Franz Kafka Ölmek İstemiyor, Laurent Seksik, Çev. Hanife Güven, Yapı Kredi Yay.
Kafka’nın son yıllarını ve çevresindeki üç önemli kişinin kesişen hayatlarını anlatan etkileyici bir roman, olarak tanıtılıyor eser. Roman Kafka’nın ölüm döşeğindeki halini, Dora Diamant’la olan ilişkisini, kız kardeşi Ottla’nın trajik sonunu ve doktor arkadaşı Robert Klopstock’un hayatını odağına alıyormuş.
Seksik’ten daha önce “Stefan Zweig’ın Son Günleri” (Can yay., 2012) ve “Eduard Einstein Vakası” (Can yay, 2016) romanlarını okumuştuk. Biyografi-roman türünün Fransa’daki önemli temsilcilerinden sayılan Laurent Seksik, Kafka’nın günlükleri ve mektupları üzerinden ilerleyen bir roman yazmış. Dora’nın Nazi ve Stalin zulmünden kaçışı, Ottla’nın toplama kampındaki sonu ve Robert’ın Amerika’daki doktorluk kariyeri gibi gerçek olaylar romana tarihsel bir ağırlık katıyormuş.
Anılar Kitabı, Peter Nadas, çev.Erdal Şalikoğlu, Everest Yay.
Péter Nádas, çağdaş Avrupa edebiyatının en özgün ve derinlikli yazarlarından biri olarak tanıtılıyor. 1942’de Budapeşte’de doğmuş. Özellikle bireysel hafızayla toplumsal hafızayı iç içe geçiren anlatım tarzıyla tanınıyor.
Nádas’ın eserleri çoğu zaman bireylerin geçmişleriyle hesaplaşmalarını, belleğin güvenilmezliğini ve kimliğin çok katmanlı yapısını işliyor. Romanlarında zaman ve mekân sınırlarını zorlayan, bazen bilinç akışıyla ilerleyen bölümlerle klasik hikâye yapısını alt üst ettiği ve bu yönüyle edebiyatı bir düşünce alanına çevirdiği belirtiliyor.
1986’da Macarca’da yayınlanan “Anılar Kitabı” Nádas’ın başyapıtı sayılıyor. “Bireysel geçmişin ve siyasi çalkantıların iç içe geçtiği bu roman, hem Macaristan’da hem uluslararası alanda büyük yankı uyandırmıştır” diye tanıtılıyor kitap. Satır aralarında sadece Macaristan’ın tarihini değil, evrensel insan hikayesini de bulursunuz, deniyor.



Tepe, Jean Giono, çev. Ekin Özlü Akseki, Can Yay.
Jean Giono, 20. yüzyıl Fransız edebiyatının en kendine özgü yazarlarından biri olarak tanıtılıyor. 1895 doğumlu yazar, özellikle kırsal yaşamı ve doğayı odağına alan romanlarıyla tanınmış. İnsan-doğa ilişkisini derinlemesine ele alırken, toplumsal krizleri de metaforlarla işliyormuş. Giono’nun dili hem imgelerle dolu hem de güçlü bir gerçekçilikle örülüymüş.
Tepe, Bastides Blanches adlı 4 hanelik küçük köyde, doğayla iç içe yaşayan 12 kişinin hayatına odaklanıyor. Önce köy çeşmesinin kuruması, sonra küçük bir kızın bilinmeyen bir hastalığa yakalanması ve nihayetinde kıyametvari bir yangının çıkmasıyla olaylar gelişiyormuş.
Giono, doğayı romantize etmek yerine onun öngörülemezliğini ve bazen tehditkâr oluşunu vurgularken kolektif bilinç ve kolektif bir varoluşsal kriz oalrak korku romanını temasını oluşturuyormuş. Doğa, taşra, dayanışma ve felaket gibi temalarıyla çağdaş çevreci romanların da öncüsü kabul ediliyormuş.
Scala’da Korku, Dino Buzzati, çev. Esma Fethiye Güçlü, Timaş Yay.
Dino Buzatti’yi kült eseri Tatar Çölü ile tanıyıp sevdik. Buzatti, insanın iç dünyasını sorgulatan alegorik öyküleriyle tanınıyor. Sıradan olayları olağanüstü boyutlara taşıyarak insanın korku, yalnızlık ve kader duygularını sorgulaması ile ilgi çekiyor.
“Scala’da Korku” sıradan anların çatırdayarak olağandışına dönüştüğü öykülerden oluşuyor, diye tanıtılıyor. “Kiminde bir dağa bakmak yasakken, kiminde merdivenlerden yukarıya doğru damlayan bir damlanın sesi paranoyaya dönüşüyor. Bir öyküde, oraya nasıl geldikleri belli olmayan bir oda dolusu elma büyük bir sınav haline gelirken; bir diğerinde, kusursuz ve sorunsuz görünen bir şehre düşen karakter, cennette olduğunu sanarken aslında gerçek cehennemi bulduğunu fark ediyor.”
Jorge Luis Borges, “Gelecek nesillerin asla unutmayacağı isimler vardır şüphesiz. Dino Buzzati de bunlardan biri” demiş.
Beyoğlu Sevgilim, Hasan Öztoprak, Remzi Kitabevi,
Şair dostumuz Hasan Öztoprak yeni romanı “Beyoğlu Sevgilim”de kitabın adına uygun olarak Beyoğlu’da geçen maceralar anlatıyor. Maceralar diyorum, çünkü romanın iki kahramanı var. “Biri geçmişte yaşayan diğeri geleceğinin peşinde koşan iki adam… Biri yıllar önce kaybettiği aşkı her daim yanında taşımış eski bir sinema oyuncusu; diğeriyse kalbinin ritmini henüz tanımaya başlayan genç bir şair. Beyoğlu’nda yolları kesişen Entel Ahmet ile Zeynel” diye tanıtılıyor kahramanlar.
Hasan Öztoprak 90’lı yılların Beyoğlusunu anlatıyor ki o yıllar aynı zamanda Beyoğlu ve eğlence hayatı için tam bir değişim çağıydı. Günümüzde de hâlâ o günler özleniyor.


Kumarbaz, Tuna Kiremitçi, Doğan Kitap
Tuna Kiremitçi, Başkomiser Perihan Uygur’un maceralarını bu kez Kıbrıs’ta sürdürüyor. Kıbrıs kumarhaneleri ile ünlü, çok farklı ve özel bir konumu olan bir ada. Tuna Kiremitçi kumarhanelerden, insan kaçakçılığına uzanan ağlarda işlenen cinayetleri ele alıyor bu kez. Perihan Uygur Ankara’dan Cumhuriyet Başsavcısı Yelda Kansu ile birlikte Kıbrıs’ta katillerin izini sürerken ekibinden Komiser Ayla ve Komiser Yardımcısı Hasret İstanbul Tarlabaşı’nda işlenen bir cinayeti araştırma görevini almış. İstanbul ve Kıbrıs’taki cinayetler bir yerde birbirine bağlanacak mı, üzeri örtülüp kapatılmaya çalışılan dosyaları Perihan Uygur nasıl açık tutacak ve katilleri bulacak, göreceğiz.
Yüksek Pencereler, Philip Larkin, çev. Ahmet Ölmez, Ketebe Yay.
Şiirsiz kitap listesi olmaz. Philip Larkin, 20. yüzyıl İngiliz edebiyatının en etkili ve özgün şairlerinden biri olarak kabul ediliyor. Larkin, T.S. Eliot ve Ezra Pound gibi modernist şairlerin soyut ve entelektüel tarzına karşı daha sade, doğrudan ve gündelik dile dayalı bir şiir anlayışını benimsemiş. “Gündelik Hayatın Şairi” olarak anılıyor. Şiirlerinde sıradan insanların taşradaki yaşamlarını, yalnızlık, ölüm korkusu, hayal kırıklığı ve zamanın geçişi gibi evrensel temalarla işlemiş.
İngilizcede ilk baskısı 1974’te yapılan “Yüksek Pencereler” şairin en önemli yapıtlarından sayılıyor. Kitap şöyle tanıtılmış; “Romantik söylemlerin yer almadığı bu şiirlerde; yalnızlık, geçmişe özlem, genişleyen şehirler ve yaş alan ruhların durağan hâlleri bulunuyor. Larkin’in yüksek penceresinden baktığınızda, yer ve göğün tonu çatlayarak değişiyor: Ne tam karanlık ne de aydınlık, sadece gerçek.”