Tarihimizden Olağanüstü Olaylar | Can Öktemer

3 gün önce 5

Sene 1830. Viyana’dayım. İlk defa Dünya İmparatorluklar arası müzik yarışması düzenleniyor.  Mehter Takımı kapanmış, Donizetti Paşa bando kurmuş. Ben de o yıllarda bandonun en gözde borucusuyum. Kırım Savaşı’nda akıncıları bir coşturmuşum, bir coşturmuşum anlatamam. Bizim zilci Avedis Usta, bile “Geldi yanıma, evlat bu nasıl nefes” demişti. Şöhretim oradan geliyor.  Beste yapıyorum, müziğe kabileyim on numara beş yıldız. Kulağım da iyi biliyor musun? Allah vergisi yetenek.  

Neyse, ta Viyana’dan İmparatorun Ulak’ı gelmiş buralara. Padişah efendimizin huzuruna çıkmış. İpekten yeleğinin içinden rulo bir parşömen çıkarmış, yüksek sesle okumaya başlamış “İmparatorluklar arası bir müzik yarışması var, Macaristan, Çin, Germen, herkes geliyor. Sizi de görmek isteriz” diye. Padişah efendimiz önce pek sallamamış, ciddiye almamış yani. Cihan Padişahıyım, ne işim olur yarışma işleri diye. Bizim Donizetti Paşa, hemen araya girmiş, “Devletlüm demiş, aman bu fırsatı kaçırmayalım. Cihana hükmediyorsunuz, müzikte geri kaldı dedirtmeyin. Bakın, yeni bando ekibi kurduk. Avrupa’ya müzik hususunda da gücümüzü gösterelim” demiş. Nasıl oldu bilmiyorum, Padişah efendimiz az biraz düşünmüş, tamam demiş gidelim. Lakin, demiş en ufak başarısızlıkta kelle alırım! Donizetti, tabii gaza, yıkama, yalamaya, sinyale devam etmiş. Olur mu, efendim, bando takımımız, en az akıncılarımız kadar iyidir. Siler, süpürürüz mevzuyu.

Donizetti, çıkmış dışarı. Kim gider, kim gider diye düşünmeye başlamış. Yok, isim gelmiyor. Ulan demiş, hata mı ettik? Avrupa, müzikte, operada aldı başını gidiyor. Biz burada henüz Batı müziğine geçemedik. Bunlar yer bizi, benim de kelle gider. Sonra Kara Mustafa Paşa, demiş borucu çocuğu göndersene diye. Sesi iyi, bestekar, yetenekli… O borucu çocuk ben oluyorum tabii. Donizetti, çağırdı beni. Gittim huzuruna, anlattı görevi. Önce tırstım tabii, gidebilir kelle ama emir yüksek yerden. Hayır dersem de gidecek. İtiraz edemedik tabii. Sonra Donizetti, dedi ki “Bak evlat, Viyana’da Salieri ve Mozart isimli iki peruklu hergele müzisyenle karşılaşacaksın. Avrupa’nın dehaları olarak kabul ediliyorlar. İşin zor, ona göre hazırlığımızı yapalım.”

Allah var, adlarını ilk defa duydum bu lavukların. Kimdi ki bu adamlar? Hiç duymamışım. Ne çalarlar, ne bilirler? Fikrim yok ama kendime özgüvenim var Allah’a şükür. “Mozart’ın Türk Marşı çok meşhurdur evlat. Onu geçebilmek için en az onun kadar iyi bir beste yapmalısın”. Dedim Paşam, yerim onun marşını. Neymiş Türk marşıymış. Peh, çalmış resmen. E, kapılarına dayandık, var bir kuyruk acısı. Oturdum bir gecede “Viyana Sokaklar” diye bir parça yazdım. Hicaz makamında ama damardan bir beste. Dinleyen yıkılıyor, şaraba, aşka düşüyor. Dedim Paşam, ben onları yerim ya, kim ki onlar, yılların borucusuyum, görmediğim harp, görmediği vaziyet kalmamış yalan dünyada.

Koca Avusturya İmparatoru’nun kaşeli imzalı davetiyesini attım cebime, ekipmanlarımı hazırladım. Anamla, zevcemle vedalaştım. E, yolumuz uzun tabii. Kim bilir ne zaman göreceğim onları.

Benim kalfa Hüseyin, Akıncı Murat, bir de yanımıza Saray’dan atanan Defterdar Salih’le ertesi gün İstanbul’dan yola çıktık. Bu defterdar Salih’i de cebimize yevmiye vermişlerdi onu denetlesin diye atamışlar. E, kasa tam takır. Savaş filan da yok. Hep bu Vezir Nurettin’in işleri yüzünden. Rüşvetten boşuna yargılanmadı bu!

Gideceğimiz yolu Akıncı Murat biliyor az biraz. Etrafa sora, sora gideriz şuradan şurası dedik. Balkanları geçsek yeter. Sofya civarında bu nemrut defterdar tutturdu mu yoruldum, acıktım, ayağım şişti diye. Adam yolların acemisi, Saraydan kafasını çıkarmamış ki, bilmez aga. Bir han bulduk, dinlenelim bari diye. Artık açık havadan mı, yediğimiz içtiğimiz şeylerden mi, biz bir uyumuşuz, yok böyle uyku. Deliksiz, bak yemin ediyorum. Sabah bir kalktım, bizim müzik aletleri yok! Çalmışlar, olacak iş değil. Hancıya soruyorum bilmiyorum diyor, başka müşterilere soruyorum görmedim diyorlar. Lan, koca müzik aletleri nasıl çalınır. Allah’tan boruyu yanımdan ayırmadığım için onu çaldırmadık. Ama diğer aletler üzerimize zimmetli. Bizim saraylı ekonomist başladı paniğe, Kara Mustafa Paşa, kellelerimizi alacak. Lan dedim sus! Şu yarışmayı kazanalım, mevzuyu toparlarız.

Neyse, dere tepe aştık geldik Viyana’ya. Sora, sora Saray’ı bulduk. Nasıl bir bahçesi var ya ucu bucağı gözükmüyor. Dedik biz İstanbul’dan geliyoruz, yarışma için filan… Önce kapıdaki tuhaf tüylü şapkalı adam dediklerimizi anlamadı tabii, Allah’tan saraya yakın bir yerde seyyar sebze meyve satan Malatyalı bir abi gördü, duydu bizi geldi yanımıza. Sarıl, sarıl saatlerce. Kapıda tercümeyi yaptı. Güvenlikçi kapıyı açtı, geçtik içeri. Peruklu, tuhaf giysili bir adamın peşine takıldık, yürümeye başladık. Yüksek tavanlar, vitray camlar, duvarlarda resimler, kokular, afeti devran kadınlar… Nasıl bir yer burası delireceğim.

Yarışmanın yapılacağı alana geldik. Her milletten müzisyen gelmiş. Benim gözüm tabii Salieri ve Mozart’i kesiyor. Derken bir kahkaha koptu tavandaki avizeler bir sallandı. O güne kadar öyle tuhaf kahkaha duymadım. Odaya elinde notalarla 1.20 boylarında biri girdi. Dediler işte bu Mozart karşısında dikilen nemrut suratlı Salieri, İtalyan. Sinsi, şeytan. Annem görse nazar değdirir bu derdi.

Sonra işlemeli, altın varaklı bir kapı aralandı yavaş yavaş, içeriye heybetiyle İmparator geldi. Herkes eğildi, bir şeyler. Seremoniymiş. Bitmez saatler sürdü sanki. Onun arkasından sevimsiz suratlarıyla bir dolu adam girdi. Dediler, jüri üyeleri bunlar. İmparatorun en sevdiği müzisyenler.

Kral geçti tahtına. Sessizlik oldu. Sahneye geçtik. Herkes bestesini icra ediyor. Mozart’a sıra gelince başladı Türk Marşına Allah için güzel beste ama yok bir şey eksik. Şimdi bok atmayayım adama. Alkış tuhaf, Salieri çıktı alkış tufan. Neyse ben geçtim nota sehpasının önüne kendimden geçercesine yönlendiriyorum orkestrayı. Çocuklar da güzel çalıyor. Hicazdan, rast makamına serbest geçiş. Sazı, udu duymamış gavur tabii. Yemin olsun bir yerde İmparator keyfe geldi rakı açtırdı. Haydari, kızartma filan yanında… Bak yemin ediyorum ya. Viyana Sokakları etkiledi milleti anlayacağın. Jüri değerlendirme için içeri geçti. Çıkmazlar içeriden deli olacağım. Baya sürdü. Bunlar çıktılar dediler kazanan Mozart. İkinci Salieri, üçüncü ben olmuşum. İki puanla kaybetmişiz birinciliği. Ben bir delendim. Şike yapmayın, hemşericilik yapmayın ulan! Sanatta dümen olmaz diye. Ben tuttum bu Mozart’ın saçından, peruk tabii elimde kaldı. İtiş kakış bir sürü rezillik. Pastalar, börekler vardı sehpaların üzerinde tuttuğumu atıyorum bunların üzerine, perdeler yırtıldı şu, bu… Bizi çıkardılar tabii, oradan. Kapının girişinden bağırıyorum Mozart’a “Ulan sen hamama gelirsin buraya, yerden bitme diye!” Alamadım sinirimi.

İşte, o günden sonra yarışmaya çeki düzen verilmeye başlandı. Herkesin bir oy hakkı olacak diye filan… İşte, hem Eurovision hem de I. Dünya Savaşı’nın başlangıcı böyle başladı. Yalanım varsa ne olayım…

edebiyathaber.net (11 Haziran 2025)

Yazının Tamamını Oku