
Iain McGilchrist beynin sağ ve sol yarımküreleri üzerine derin düşünen bir psikiyatrist ve entelektüel. Videolarını izledim. Tane tane anlatıyor. “Parçaları görme, ayırma ve çözümleme becerimiz insanlık için olağanüstü bir yeti, ancak bu parçalanmışlığı aşarak bütünü kavrayabilme kudretimiz ondan da önemli.”
McGilchrist yarımkürelerin kültürel paradigmaları nasıl şekillendirdiğini inceliyor. Batı uygarlığının sol beynimizle temsil edilen analitik dünya görüşü tarafından yönetildiğini, sol beynin işe yararlılığa, kontrol arzusuna önem verdiğini iddia ediyor. Sağ yarımküreye ait bütüncül ve bağlamsal yaklaşımın ihmalinden bahsedişini garipsemiyorum. Sağ beyni yalnızca duygularla ilişkilendirmek ve kararların mutlaka analitik bakış açısıyla alınması gerektiğini savunmak günümüzde daha baskın bir eğilim zira. İki kulak arasında, omuzlarımızın üstünde koca bir evren taşıyoruz. McGilchrist modern dünyadaki anlam krizinin, ruh sağlığı sorunlarının ve toplumsal problemlerin temelinde beynin yarımküreleri arasındaki denge kaybının yatabileceğini öne sürüyor. “Sanatla beşeri bilimler şunu unutmamalıdır” demiş McGilchrist. “Bilim karşısında kendilerini yetersiz hissetmek ya da ona benzemeye çalışmak zorunda değiller. Fizikçiler gibi ama bambaşka bir yolla dünyanın ne olduğunu anlamaya çalışırlar. İşleri sadece dünyayı kontrol etmeyi öğrenmek değil aynı zamanda derinlemesine kavramak.” Sanat ve beşeri bilimlerin kendi doğalarına sadık kalarak dünyayı anlamlandırabileceklerini anımsatan çarpıcı bir cümle bu.
A.O. Scott uzun yıllar The New York Times’ta film eleştirmeni olarak sanat, şiir ve estetik deneyim üzerine yürüttüğü tartışmalarla adından söz ettirmiş bir yazar. Better Living Through Criticism (Eleştiri Yoluyla Daha İyi Bir Yaşam) adlı kitabında eleştirinin sanatla kurduğumuz ilişkiyi nasıl derinleştirdiğini inceliyor.
Scott’a göre eleştiri değerlendirme aracı olmaktan öte yaratıcı ve yorumlayıcı bir eylem. Eleştirel bir karşılaşma anında zihinle beden arasındaki kartezyen ayrımın ortadan kalktığını söylüyor. Bu bakış açısı estetik deneyimlerin akılla değil, duygularla da örülü olduğunu, zihinsel çözümlemeyle duygusal tepkilerin bütün oluşturduğunu savunuyor. Film eleştirisinden şiir eleştirisine geçiş yapan Scott görsel, sinematik ya da şiirsel fark etmeksizin sanatın farklı türlerine açık zihinle ve dikkatle yaklaşmanın her anlamda insanı beslediğini kanıtlama gayretinde.
John Carey’nin bakış açısına göre edebiyat ahlaki bir terbiye aracı olmaktan ziyade bireyin kendilik yolculuğunu destekleyen bir disiplin. Sanatı tanımlayan veya değerini belirleyen nesnel kriterlerin olmadığını savunuyor Carey. Sanat ve beşeri bilimler çoğu zaman unutulmuş, kimi zaman gereksiz görülmüş, bazen de gölgede bırakılmış izlenimi verir. Bilim ve teknolojinin ilerleyişi karşısında bu alanlar çoğu kişi için ölçümden uzak, faydadan yoksun sayılır. Oysa burada asıl sorulması gereken “fayda”nın ne olduğu. Bir tek doğrudan ve ölçülebilir olanı faydalı saymaya alışmış bakış açısına göre dolaylı katkılar göz ardı edilir. Oysa sanat ve beşeri bilimler kim olduğumuzu, başkalarıyla nasıl bağ kurduğumuzu anlamamıza yardım eder, insanı tüm yönleriyle kavrar.

Yaşadığımız hayat çoğunlukla hızlı kazançlara öncelik verirken sanat ve beşeri bilimler aslında geleceğe dair en büyük sorularımızı şekillendirmeye devam eder. Geniş yelpazede insanın sözü, sesi, izleri ve düşleri anlamlandırılır. Beşeri bilimler yorumlar, deneyime dair çok katmanlı bakış açıları sunar. Bu verimli alan bireye eleştirel düşünme, etik sorgulama ve kültürler arası duyarlılık kazandırırken, toplumlara da geçmişiyle bağ kurma, bugününü anlama, yarına dair hikâyeler anlatma imkânı tanır. Belki de bu yüzden insanı ve dünyayı daha iyi kavramanın yolları formüllerden değil iyi kotarılmış ilham veren anlatılardan geçer. ”Doğa bilimlerinden farklı olarak yorum, anlam, bağlam ve öznel deneyim önemli yer tutar. Bazı şeyler gözle görülmez ama hissedilir.
Ne zaman bir sanat eserine odaklansam, bir hikâyeye kulak versem ya da nadir de olsa derin bir entelektüel sohbetin içinde kendimi bulsam tanımı zor bir mutluluk hissederim içimde. “Mutlu olabilmek için her gün bir miktar edebiyatla ilgilenmem gerekiyor” diyen Orhan Pamuk’a hak veririm. Bazı duyguların sebeplerini daha iyi kavrayabilirim. Estetik bir karşılaşma anında ne hissedildiğini anlayabilirim örneğin. İnci Küpeli Kız tablosundaki göz, dudak ve inci küpeden oluşan üç odak noktasının dengeli dağılımını hayranlıkla izleyebilirim. Nörobilimsel çalışmalar da çoklu odak yapısının derin ve yoğun duygusal etki yarattığını kanıtlar. Ve o an galiba tabloya değil, kendi varoluşuna da seyirci olur insan.
Zaman ne kadar hızla akarsa aksın (çok hızlı aktığı kesin) sanat bize yavaşlamayı, çevremize dikkat kesilmeyi, ortak insanlığımızı unutmamayı mantra gibi tekrarlar. Başkalarının acılarını hissedebilmek, farklı hayatlara kapı aralayabilmek, kendi düşünce kalıplarımızı katı ve dipsiz kuyulara düşmeden sorgulayabilmek büyük nimet.
Mistik öğretilere göre her zerrede tüm evren gizli. Bazen toprağın altında birbirine sarılan ağaç köklerinde hissederiz bunu. Kırık dökük parçalarımızı ele alır, birleştirir, anlamın sükûtunda yeniden doğarız. Karakterlerin çatışmasında iki zıt dünyanın aslında aynı hikâyenin parçaları olduğunu görürüz. Beşeri bilimler içimizdeki dağınıklığı anlamlandırır, bizi hem kendimize hem de başkalarına yaklaştırır. Ve bir gün, yaşamın karmaşasında kaybolduğumuzu düşündüğümüzde aslında büyük bir bütünün içinde olduğumuzu anımsatır. Hayatlarını bir koşu çarkında döner gibi sürdürenler düşünmeyi, sorgulamayı unuttukları her adımda, bu bilgilerin ışığından yoksun bir döngünün içinde tükenirler. Ne anlam arayışı vardır yolculuklarında, ne de kendilerine yönelmiş bir bakış.
McGilchrist’e göre beynin sağ ve sol yarımkürelerinin uyumlanma gereksinimi, varoluşun birliğini bütünlüğünü kavrayan anlayışa diğer bir deyişle sağ beyin odaklı bir idrake tekabül eder. Sağ beyinle algılanan sezgisel dünya çocukken gökyüzüne bakarken hissettiğimiz o tarifsiz duyguyu barındırır içinde. Gökyüzü hâlâ aynı gökyüzü. Kocaman bir ormanda cılız bir dal olabilmek ne incelikli bir huzur. Modern çağın sol beyinle ölçüp biçtiği gerçeklikte zaman zaman kaybolmuş gibi hissettiğimizde belki de gereksinim duyduğumuz şey yavaşlamak, dünyayı duyumsamaya çalışmak. Teknolojide, bilimde ya da iş dünyasında çığır açan ilerlemeler çoğu zaman hayal gücüyle yoğrulmuş kültürel sezgilerden doğar. Edebiyatla, müzikle, görsel sanatlar, felsefe, sinema ve dilbilimle, performans sanatlarıyla ilgilenmek yaşama karşı dayanıklılığımızı artırır, bizi derin ve bütünsel bir bağın içine çeker.
Kaynakça
Carey, John. Sanat Neye Yarar? Çev. Orhan Düz, Yapı Kredi Yayınları, 2020.
McGilchrist, Iain. Bölünmüş Beyin ve Anlam Arayışı: Neden Bu Kadar Mutsuzuz? Çev. Canberk Şeref. Tuti Kitap, 2025.
Scott, A. O. Better Living Through Criticism: How to Think About Art, Pleasure, Beauty, and Truth. Penguin Press, 2016.
edebiyathaber.net (13 Haziran 2025)