Öykü: Fasulye ve Güvercin Kanatları | Kardelen Uysal

2 hafta önce 5

Fasulyenin  bir ucunu kesiyor. Evlensem mi? Diğer ucunu kesiyor. Evlenmesem mi? Nişanına dört gün kala, fasulye ayıklarken ağlamak, günlük listesinde yoktu. Öyle ya, o her şeyi yazardı. Günlük alınması gereken vitaminler, kedilere içirilecek ilaçlar, yapılacak yemekler, gidilecek yerler,  alışveriş listesi. Öngörülebilir bir hayatın, planlananın ve etraflıca düşünülen bir günün, dramı teğet geçeceğini umardı. Hatları belirginse günün, bir de yapılacaklar listesi belliyse insanın başına kötü bir şey gelmezdi.

O gün manava giderken bir çift güvercin kanadı gördü. Gövdesiz, güvercinsiz. Biraz güvercin, biraz değil. Varla yok arası, bir varmış bir yokmuş gibi. Hem var hem yok; varlığının bir anısı gibi uzanan muntazam bir çift kanat. Bir zamanlar varmış da hâlâ tam yok olamamış gibi. Bir şarkı açarsınız, tam nakaratındayken elektrikler kesilir bazen. Mesela Steve Miller tam başlıyor “Wake up, wake u…” demeye, gidiyor elektrikler. Kursakta kalan bir nakaratla baş başa kalırsınız öyle anlarda. Devamını da hatırlamazsınız şarkının. Buharlaşıp gitmiştir sanki şarkı. Güvercin kanatları da, yerde boylu boyunca uzanan hani, buna benziyor. Varlığına dair emareler var; siyahlar beyazlar ve o garip gökkuşağı ışıltısı gibi bir yeşil.

Böyle başladı her şey. Manava gidiyordu. Yerde bir çift güvercin kanadı gördü. Kablosuz kulaklıklarının şarjı bitti. Şarkının içindeki rüzgârı, aşkı hissedemeden müzik yarıda kaldı. Manavda aradıklarını da bulamadı, çünkü mevsim değişmişti. Bu mevsimde lahana ne arardı?

Sahi, mevsimler değişirken, cemreler toprağa, suya, havaya düşerken aklı neredeydi? Oysa her cemrenin düşüşü, bir başka kutlama nedeniydi eskiden. Hiç olmazsa havaya, suya, toprağa el sallardı. Kendince tebrik eder, iyi dileklerini iletirdi.
Şimdiyse mevsim geçişlerini, cemre düşüşlerini, Hıdırellez’de ateşten atlayıp dilek tutmayı, meteor yağmurlarını, balkonunda büyüttüğü rokaları sulamayı, parkta bulduğu çam tohumunu filizlendirmeyi, karpuz kesmeyi ve kulaklıklarını şarj etmeyi unutmuştu. Listesine d vitaminini, magnezyumu, yapılacak yemeklerin malzemesini yazıyordu da bunları unutuyordu işte.

Fasulyenin bir ucunu kesti, diğer ucunu da. Kılçıklarını temizledi. Fasulyenin uçlarını kesti, kılçıklarını temizledi. Kılçıklarını temizlediği fasulyeleri dörde beşe böldü. Dörde beşe bölünen parçaları da böldü. Çok da bir şey ummadığı bu hayatta sağlıklı kalabilmek için, bıçak değdirmedi onları dörde beşe bölerken. Elleriyle kıt kıt böldü. Kıt kıt bölerken, bir ormandaki kulübede olmayı diledi. Kimsesiz, ağaç sesiyle, kitaplarla. Ama bir ormanla. Tek başına kalmış hiçbir ağacın olmadığı, ağaçların yalnızlık hissetmeyeceğini düşüneceği kadar büyük bir ormanla çevrili olmayı diledi.
Evlensem mi, evlenmesem mi sorusu da böyle çınlamaya başladı kafasında. Belki yolu güvercin kanatları ve yarım kalan şarkı oluşturmuştu ama asıl asıl fasulyenin tık tık tık, sonra da kıt kıt sesi getirdi aklına bunları. En azından son etapta.

Soğanları ay şeklinde kesti, fasulyelerle kavurdu zeytinyağında. Domates rendeledi, üzerine tuz ekledi. Sıcak su kattı. Biraz toz şeker ekledi.

Soğuyunca buzdolabına koydu. Çünkü birlikte yaşadığı adam onu fasulye ayıklarken görmüştü. En azından fasulyeyi yarım bırakmak olmazdı. En azından tamamlanan, nihayete eren bir şeyler olmalıydı. Buzdolabına koyduktan sonra yemeği, iki bavulla evden ayrıldı.

Wake up, wake up
Wake up and look around you, diye devam etti şarkı. Ay ışığında güvercin kanatlarını göremedi. Uçan, konan, uyuyan bir güvercin de görmedi. Çatılara konmuş martıların çığlıkları vardı biraz. Şarj ettiği kulaklıklarındaki şarkı, bir de geç de olsa tebrik etmeye gittiği, cemre düşmüş havası, suyu, toprağı…

edebiyathaber.net (27 Mayıs 2025)

Yazının Tamamını Oku