
Sizi eğlendirecek bir hikaye bekliyorsanız, ilk noktada bırakın gidin. Size göre bir şey yok burada.
***
Bitmiyor, bitmez tabii, öyle mi böyle mi, acaba, yoksa, belki, olmadı yine. Ne diyorlar âna bırak, anda kal, ânı yaşa, su akar yolunu bulur. Bitmeyen ânın içinde yaşadıklarımı hatırlamaya başlarken, hücrelerime kodlanmış acı, kaybolan hatıralar…Kayboldular, hiç yaşamadılar mı, sesleri duyulmuyor artık. Buradaydılar. Mutluydular evlerinde. Ne oldu? Nefes almıyorlar, yoklar. Ağlıyorum, gözyaşlarım, toprağa, toprağın derinliklerine, aşağılara, acı sinmiş karanlığıma. İçimde göz ardı edemediğim bu acı, iyileşmeyen yara, boynu bükük yetim, dilsizler onlar. Kalbim sızlıyor. Toprağın altı huzursuz, cenazesiz ölüler inliyorlar.
***
Karanlık zamanlar, bombalar, bir o tarafa, bir bu tarafa, çocuklar ağlıyor, bir o tarafta, bir bu tarafta. Ölen çocukların ahı bir o tarafta, bir bu… acı neden tükenmiyor? İnsanın hamuru çürük. Kimisi kilisede, kimisi camide, kimisi sinagogda, birbirlerini öldürmek için dua ediyorlar.
Tanrı bunu görüyor mu?
***
İnsan tanrıyı tanımak için ne kadar uğraşmış. İsim vermiş, kimileri resim, heykel yapıp görüntülemiş, bayramlar yapıp adaklar adamış. Yaratığı tanrıları beğenmeyip yeni tanrılar bulmuş. Çok tanrılı din olmaz, biz ilerledik tabii ki bir tek tanrı var ve tabii ki cinsiyeti erkek deyip bayramlar yapmaya devam etmiş. Dualar edip, adaklar adamış yine. Eski adetleri yeni tanrıyla devam ettirmiş. Eski kutsal mekanların üzerine yenilerini koymuş, hem eskiyi örtmüş hem de ondan faydalanmış. Tanrının bir olduğuna karar veren insan nedense bir türlü tatmin olmamış, tanrının temsilcisinin üstüne yenisini bir yenisini istemiş. İnsan yeni bir temsilci isteyecek mi? Gelecekte tanrı nasıl olacak? Eski dinler varsa, şimdinin dinleri de gün gelip eskiyecek mi? Masal gibi değil mi?
***
Bir kadın, uzun boylu, ince. Çiçekli elbisesi ayak bileklerinde. Elinde bir karanfil, göle geliyor her sabah, güneşe ilk merhabayı demek için. Tülün arkasından seyrediyorum. Suyun kenarında, hareketsiz bekliyor gözleri ufukta. Karanfili suya bırakmadan öpüyor.
Önce kızıl bir çizgi, kırmızı dalgalanıyor, dalgalanıyor, yayılıyor. Dünyanın lambası yanıyor.
Ortalıkta kimse yok. Sokaklar sessiz, hava hafif sisli, çimenlere kırağı düşmüş. Kadın gözlerini siliyor. Gözyaşları, kırağının içinde kayboluyor. O Tanrıya dua ediyor mu?
Bu kadını tanısam, severim. O da beni sever mi? Tanımadan sevmek de olası. Belki başka hayatlarda tanıştık. Ben olan benden öncekilerin duyguları kalmıştır hücrelerimde. Sebebini anlamadığım bir sevgi, bir güven. Sizin de başınıza geldi mi hiç?
***
Kadın konuk koltuğunda, adam moderatör. Adam başlıyor konuşmaya, konuk bekliyor, bekliyor, soru bir türlü gelmiyor. Sonunda, soruyu kaçırıyor ağzından. Konuk heyecanla başlıyor konuşmaya. Moderatör hangi kelimenin üstüne atlarım diye pür dikkat. Konuğun her iki cümlesinde bir giriyor araya, başlıyor yine konuşmaya. Kendini konuk zanneden moderatör, bilgeliğini göstermek için elinden geleni yapıyor, susmuyor. Kibar konuk, içinden küfrediyor mu? Ben ekrana onun adına ediyorum. Ekrana konuşmak kolay, ekrana konuşmak korkak. Orda olsam…Susuyorum. Sustuğumu bilmek ağrıma gidiyor.
Bu adam rakı masasında kimsenin yanına oturmak istemediği birisidir deyip konuyu değiştiriyorum.
***
Güzel bir rakı masası olsa, dostlar etrafında. Rakı bahane, sohbetleri özledim! Önce soğuk mezeler, tarama, acılı, zeytinyağlı dolma, kızarmış ekmek çıtır çıtır. Yazar arkadaşlarımın şerefine der Cem, ilk dubleyi yuvarlarız, Herkesin keyfi yerine gelir, ara sıcaklara geçeriz. Arnavut ciğeri, kalamar, börek. İkinci duble yazamadıklarımız için. İçimizde olduğunu bilip çıkaramadığımız hikayeler.
Anason bir yandan uyuşturuyor bir yandan da kırıyor ördüğümüz duvarları. O hafiflik, bilincin açık, yüzün gülümsüyor, çalan şarkıya eşlik eden kötü sesin bile kulağa güzel geliyor. Ah bir kalem, defter olsa sayfalarca yazabilirsin hissi. Mutluluk… Ana yemek, kavurması meşhurmuş. Dumanlı kafaları, Mimoza’da açıyoruz. Yarın baş ağrısı. Yarın hayat mücadelesine devam.
***
En acı ağrı, dünya ağrısı. Yüzleşmediğin ağrılar peşini bırakır mı?
***
Bugün siyah bir elbise var üstünde, saçlarını kestirmiş. Gün birazdan doğacak. Elinde karanfil suyun kenarında, ayakkabılarını çıkartıyor, su ayaklarına, ayak bileklerine geliyor. Soğuktan şikayetçi değil, geriniyor, göklere uzatıyor elini. Karanfil düşüyor suya, çarşaf gibi suda, hafif bir fısıltı dalgalanıyor. Sudan çıkmıyor, bir adım, bir adım daha, derinlere gidiyor.
Bir yanım seyretmek istiyor, hiçbir şey yapmadan. Korkuyorum kendimden.
***
Samimiyet, olmazsa yazdığımda, kendi kendimi kandırıp, ruhsuz düzgün cümleler yapmaktan başka bir yere varır mıyım? İnsan kendini yazdığına koymazsa samimi olabilir mi? Samimiyet, ruhunu tüm çıplaklığıyla sergileme cesaretiyse, bu cesareti gösterebilecek miyim?
Bir şehrin kurtuluş günü doğdum. Düşmanların suya döküldüğü o kurtuluş günün anıldığı o eylül günü. Bir şehrin en çok ağladığı, için için yandığı gün doğdum. Düşman askerlerini gördünüz mü kıyıda? Kadın, çocuk, yaşlı, fırıncı Kostas, terzi Mariam, pastacı Eleni, Madam Siranuş ve onlar gibi niceleri.
O insanların dünya ağrısını yok sayabilir miyim? Ya siz?
***
Kırmızı, mor, pembe karanfiller serpti kıyıya. Güneşe gülümsedi, bana gülümsedi.
***
Bıraktığın sokaklardayım dedi kadın. Pembe elbisesinin etekleri salınıyordu her adımında. Saçına bir karanfil iliştirmişti mor. Mutluyum dedi, gözleri ışıldıyordu. Gel sen de mutlu ol, bak şimdi her şey düzeldi. Uzun uzun baktım yüzüne. İnanmak istedim, iyileşmek istedim.
Toprağa çiçek ekelim dedi kadın. Kazdık acı fışkırdı. Sarıldık ağladık birlikte.
***
Aynı kuyunun içinde dönüp duruyorum, kelimelerim, cümlelerim, konularım aynı. Ben kendimden sıkıldım. Ya kuyuda değil de bir adadaysam, küçücük bir yazma adası. Toprağa kelimeler eksem, cümleler açsa, hikayeler doğsa hasat zamanı.
Haklısınız, baştan gidin dedim ama keşke biriniz kalsaydınız.
edebiyathaber.net (14 Haziran 2025)