
I.
Manifesto yazmayı da okumayı da çok severim. İlk kitabıma giden yolu manifesto taşlarıyla döşediğimi söylesem abartmış olmazdım. Roland Barthes sağolsun*. En doğru zamanda, o kritik yol ayrımında imdadıma yetişmiş. Sağlam pas, isabetli vuruş.
Maceramıza türlerle ilişkimiz üzerinden yaklaşmayı denesek sadece bireysel yazı evrenimize değil genel olarak yazma eylemine dair de epey kapı aralardık. Hayatıma bakıyorum ve bana havale edilen bazı yazılı metinlere gayriihtiyari manifesto sosu kattığımı ya da benden hiç beklenmediği halde bir biçimde punduna getirip kendime manifesto ortamları yaratmış olduğumu görüyorum. Böylesi bir tutkunun izini süren, peşinden giden, yolunu gözleyenlerin giderek hayatlarını manifestoya çevirmesi yüksek olasılık. Ama yine de bu sanki benim için gayet yeni bir konuymuş; bugüne dek manifesto sevdamın sebepleri üzerine uzun uzadıya hiç düşünmemiş gibi bir halde buldum kendimi. Bazı türler var ki onların içi bilhassa geçmiyor; başlarına ne gelse tedavülden kalkmıyor, kart’a kaçmıyor, çaptan düşmüyor onlar. Ne güzel. Kendilerine öykünmemiz boşuna değil.
II.
Türler çiçek bahçesi. Her birine ayrı ayrı, hakettikleri özenle yaklaştığımızda bize kendilerini daha bir sakınımsız açacaklarını ve tohumlarının kaçınılmaz biçimde daha ötelere, daha uzun süreliğine yayılacağını duyumsuyorum.
O halde hadi, şimdi tam zamanıdır diyor içimdeki hınzır ses. Manifestolar ve kimbilir belki de ileride esaslı birer manifestoya dönüşmek için fırsat kollayan tüm yazı çalışmaları bir an evvel hayat bulsun. Yazının belki de bu en kestirme-dolaysız-konsantre hali, dallanıp budaklanmaya teşne belagatlerin arasından sıyrılıp açılsın-saçılsın-karışsın-el versin benzer istekle ayaklananlara. Hem anonimliğe böylesine içtenlikle atılan-açılan başka tür var mıdır acaba. Bundan kaynaklanıyor olmasın onun aklımı başımdan alan cazibesi.
Bitirim manifestonun hınzırlığa işaret eden aceleci hallerine şaşmamalı. O öyle bir karakterdir ki beklenmedik anlarda yanaşıp henüz neye uğradığını anlamadan muhatabını bulunduğu yerden uzaklaştırma, bekle(n)mediği boyutlara yerleştirme kudretine sahiptir. Ne de olsa hayat bulup hücrelere sızdığı alanlarda daima oyuncu rüzgârlar eser. Rüzgâr bu, adı üstünde; sabır nedir pek bilmez, yerinde saydığı ise görülmemiştir. Onda oyalanacak, nazlanacak, ağırdan alacak ya da kendini ağırdan satacak göz yoktur. Sanki bizi bir yanıyla çocukluğun şen, dolaysız, tasasız, gamsız ve her bakımdan kestirme dönemlerine götürmeyi gönüllü biçimde üstlenmiştir. Çoğu zaman teklifsizce gelse de ısrarcı bir tavır içinde değildir. Okuyan ya da yazan Özne, farketmez, eline alsın yeter; onu hecelemeye başladığında daha tam neyle karşılaştığını anlamadan kendini bambaşka haller içinde bulur.
III.
İlk karşılaşmamızdan başlayarak içten içe manifestoların ciddi ve bir o kadar gözüpek yazı hamleleri olduğunu duyumsamış olmalıyım. Bir nevi konsantre yazı arenası. Yazının kendi rekorunu kırma denemesi. Uzayıp gitmeye teşne söylemleri o ölçülemez —ve kimbilir belki bu oranda cazip— sınırsızlıktan çekip alıp bir nazik-isabetli keskinlik marifetiyle öze döndürme becerisi.
Herkes uzun uzun plan yapar, bir bakıma zora koşarak kendi kudretlerini baltalarken manifesto gözde güzergâhlarını çoktan belirleyip oralara ulaşmış ve alacağını alarak dönmüş sanki. Bazıları kolunu kıpırdatmamış, çantalarını bile hazırlamamışken o göz diktiği yere en az zahmetle varıp çadırını kurmuş bile. Vedaların zamanını, yoğunluğunu, tarzını hiç kafaya takmadığından hüzün biriktirmemiş; eksilmez coşkusuyla ve hafifliğiyle formunu daima koruyarak yepyeni toprakların keşfine çıkmayı şiar edinmiş. Hayat tam gaz devam ettiğinden olsa gerek daha en başından fazla söze de gerek kalmamış.
Manifesto hap niyetine hiç durmadan kendi konsantre mahsulünü üretiyor. Niyeti niteliğinin önünde gidiyor olabilir. Süzülüp geldiği yerden aldığı güçle niteliksel sıçrama potansiyellerini yükselttiğini varsaymak eminim sevenleri(ni) zorlamayacaktır. Böylesi bir düşünce hoşgörü klasöründe tutulamayacağından kuşkulu sorguyu uzaklaştırır kendinden.
Manifestoda hayat bulan öyle isabetli bir hamledir ki, gözgöze geldiği Özneler üzerinde uzun süreli etkiler üretmesi son derece olağandır. Aslında o netliği olabildiğince konuk etmeye ayarlı cümleler kendilerini söylediklerinin ötesinde bir yerlere yerleştirmiştir. Neredeyse gidip geri dönmüşçesine bir dolulukla, yaşanmışlıkla üstelik. Uzun yollar katetmiş olmaları sayesinde elde ettikleri o sakin duruşlarını hiç taviz vermeden, hafif varlıklarında duyurmalarına şaşmamalı.
IV.
Manifesto elzem diye tekrarlıyor içimdeki oyuncu-bozguncu. Kapılarda bekleme yapmayı, sustukça susarak kararmayı, tepkiyi içe çevirmeyi, katılaşmayı ezberlerden derhal çıkarmak gerektiğini güçlü biçimde idrak ettiğimiz keskin dönüşler-dönüşümler zamanındayız çünkü. Sınırları aş, menzilleri genişlet, o konsantre alanda nelere muktedir olduğunu hatırla. Hatırlat. En başta kendine. Ardından dolaysızca seslen okuruna. Manifesto böyle buyuruyor: Get up, stand up.
Her kalbe-zihne-bedene ayrı manifesto lazım diye ekliyor içimdeki işgüzar ve had duvarını aşmış ses hemen ardından. Elimizi artıralım: Her karakterin her gününe ayrı. Günü de geçelim; her âna yepyeni bir manifesto yaraşırdı desek kim itiraz edecek. Saniyesi saniyesini tutmaz çünkü tanıdığımızı sandığımız insan evladının. Ve değişimi(ni) kucaklamayan kollar ne can’ı da sarabilir ne canan’ı.
O halde sevdiğimiz manifestoları levha misali asalım üstümüze. Kostüm belleyip kuşanalım. Tabelamız olsunlar. Rotamızı belirlesinler. Yön bulamayanlara, kendini yazgısız sananlara da hiç yüksünmeden, yürekten eşlik etsinler. Pankart gibi taşıyalım onları. Yükseklere yükseklere dalgalandıralım. Sahiplenme arzusu yaratırken bile bize dolaysızca-hafifçe yansıttıkları o yerinde durmaz ferahlıklarını bol bol hissetmeyi, onlarla zindeleşip arınmayı sürdürelim. Oh diyerek bu keyfi ömür boyu bir güzel sürerken onların her an değişip değiştirmeye muktedir hallerini örnek alalım.
* Yazıhane, Hazırlayan: Murathan Mungan, Metis Yayınları, ilk baskı: 2003, 4. baskı; Roland Barthes, “Yazmak İçin On Neden”, çev.: Pelin Özer ve bkz. Latife Tekin Kitabı, Pelin Özer, ilk baskı: 2005, 3. baskı: 2020, Can Yayınları
edebiyathaber.net (13 Haziran 2025)