
“Ela gözlüm bana vermediler seni
Dediler ki haramsın, aslın Ermeni
Dedim bulamazsın yok ben gibi âşık
Gezsen Acem’i, Urum’u, hem Yemen’i.”
Beşir Sevim
Aralık 2024’te Everest Yayınları tarafından basılarak raflarda yerini alan Meryem’in Çiçekleri romanında Abdullah Ataşçı, “110 yıl öncesinde bu topraklarda büyük bir acıya maruz kalanlar kadar ona sebep olanları da görünür kılmaya çalıştım romanlarım aracılığıyla,” diyor. Heder Ağacı ve Meryem’in Çiçekleri romanlarını yazmadan önce büyük bir araştırma yaptığını, epey kaynak taradığını belirtiyor. Ninelerinin, dedelerinin anlattıklarının çoğalttığı merakla yıllarca süren geniş kapsamlı bir araştırmaya yönelen Abdullah Ataşçı, yaşadığımız coğrafyanın kederli örtüsünü bir parça kaldırıyor. Görülmesi istenmeyeni, kurdun, kuşun, çiçeğin, ağacın, cümle mahlukatın bildiğinin sadece bir kısmını okura gösteriyor. Bir bölümünü de zihninin kuyusuna atıyor. Okurun aradaki boşlukları hissedebileceğini biliyor. Yarattığı roman kahramanları, bir filmin karakterleri gibi okurun zihninde görüntüye, kanlı canlı insanlara dönüşüyor.
1973 yılında Elazığ’da doğan Abdullah Ataşçı, ilk, orta ve lise öğrenimini bu şehirde tamamladı. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesinden mezun olduktan sonra bir süre gazetecilik yapan Abdullah Ataşçı, halen öğretmenlikle yazarlığı birlikte yürütüyor.
Öykü ve yazıları; Papirüs, Sarnıç, Notos Öykü, Öykü Gazetesi, Varlık, Cumhuriyet Kitap, Agos Kitap, ve Radikal Kitap gibi çeşitli dergilerde yayımlandı. Öyküleri kitap seçkilerinde yer aldı.
İlk romanı Dağda Duman Yeri Yok (2011)’un ardından Birîndar (2015) ve 2019 Attilâ İlhan Roman Ödülü’nü aldığı Yara Bende 2018’de yayımlandı. Yazarın ayrıca 2015‘te Selim Adanır adıyla çıkardığı Ben Buranın Yabancısıyım adlı romanı bulunuyor. 2022 ‘de yayınlanan Heder Ağacı’nın ardından son kitabı Meryem’in Çiçekleri 2024’te raflarda yerini aldı. Yazarın, Kar ile Kara ve Okuldaki Yabancı adlı iki çocuk kitabı bulunuyor.
Meryem’in Çiçekleri, dört bölümden oluşuyor. “Nefes” adlı birinci bölüm Kuyzyanlı Adis’in “Hayattaki asıl amacımız için güzel olanı terk etme cesaretini gösterememişsek yaşadık diyebilir miyiz?” epigrafı ile açılıyor. Adis, iki koldan tarihi bir düzlem üzerinde ilerleyen romanın ana karakterlerinden biri. Bu bölümde Adis’in hayat mücadelesi içinde dağlara savruluşunu, ailesinden geriye kalan kız kardeşi ve kuzenini arayışını, bu arayış süresince karşılaştığı zorlukları ve insanlık hallerini izliyoruz. Adis’in yazgısı onu bir yolculuğa çıkarıyor. Yolculuk boyunca, yüzyıllardır kendisine ait topraktan koparılan Adis’in hayatta kalma mücadelesine, kök salacak yer, yurt arayışına tanıklık ediyoruz. Zaman bir kör kuyu Adis için, doğanın sarp koşulları içinde beden yol alırken zihin zamanı geriye sarıp okuru sık sık geçmişe götürüyor. Bu yolda olma hali ve geriye dönüşler roman boyunca sürüyor. Okur Adis’in hem yol arkadaşı oluyor hem de zihninde beliren imgelerin izlerini sürüyor, muhakemesini yapıyor.
“Henüz yaşanmamış zamanın bugünün insanından şikâyet etmesinden daha vahim ne olabilir? Hiçbir şey Mecit, her kötülük daha büyük bir kötülük tarafından ezildikçe harlanır, büyür.” (sf.73)
“Minnet”adlı İkinci bölümdeki epigraf, Diyarbekir Valisi Refik Bey’e ait. “Eski unutulmuş şehirlerde insanlar az, diğer her şey çok konuşur.”
Bu bölümde yazgı, karakterleri Diyarbekir’de buluşturuyor. İstanbul’da başlayan olaylar Diyarbekir’e doğru akıyor. Adalet arayışı, tehcir, aidiyet ve kimlik sorunu, Osmanlı’nın yetemediği uzaklardaki keyfi yönetim, eşkıya ile mücadele, dolaştığı tekinsiz sokakları ve kırsalı ile Diyarbekir’de bir hâkimin yaşadıkları kitabın örgüsünü oluşturuyor. Bunun yanında Hâkim Sinan’ın karısı olan Cavidan’ın, iyiliği, doğruluğu, aklı ve sebâtkârlığı temsil etmesi, fikirlerinin değerli kılınması, o dönemde bir kadına biçilen değeri göstermesi bakımından önemli… Bu güçlü kadın figürü bir elinde kılıç diğer elinde adaletin terazisini taşıyan Yunan mitolojisindeki Themis’i akla getiriyor. Yunan ve Roma mitolojisinde adaletin dişi tanrılar tarafından temsil edilişinin bir örneğini kurguda görüyoruz.
“Her bir şeyin sesini duymak sana güç verdiği gibi acı da veriyordur. Bu dünyada acı çeken tek canlının insan olduğunu düşünenlerden daha ahmağı yok, ne yazık ki onlar çoğunlukta. Senin yükün, bilmekten geliyor evladım.”(sf.218)
“Arayış” adlı kitabın üçüncü bölümündeki epigraf yine Kuyzyanlı Adis’e ait. “Bunca insan-çoluk çocuk, kadın, yaşlı- evlerinden yurtlarından sürülmüşse, bir büyük yokluğa mahkûm edilmişse, gadre uğramışsa, insan sadece kendisinden mesul olabilir mi?”
“Hırslarının peşinde koşup zihni kirlenen insanların güzel kokmasına imkân yoktu çünkü.” (sf.246)
Bu bölümde Beşir Sevim tarafından bu kitap için yazılan koşma ve semailer yer alıyor.
“Veda” adlı dördüncü bölüm Şeyh Abdullah Efendi’nin “Bu yola sen çıktın oğul, beni de yanına aldın.” epigrafı ile başlıyor.
Evrensel insanı temsil eden Adis’in yolculuk boyunca yaşadıklarıyla dönüşümünü değişimini hissediyor okur. Romanda iyi-kötü, geçmiş- gelecek, yaşam-ölüm, düş-gerçek, ruh-beden gibi zıt kavramlar önemli yer tutuyor. Adis’in hastalık anlarında düşle gerçek arasında bir yerde oluşunu da ince bir işçilikle anlatmış yazar. Betimlemelerin değer kattığı romanda doğudan güneye yapılan zorunlu göç, tarihsel sahnenin bir perdesini oluşturuyor. Eşkıyanın kıyımına uğrayan insanlar, açlıktan, hastalıktan ölenlerin yanında tabiat, cömert ve renkli örtüsüyle bir parça umut veriyor. Yazar yarattığı kahramanlarla bu topraklarda, görmezden geldiğimiz, çoğu zaman yok saydığımız büyük felaketlerden etkilenen insanların dramını zihinlerimize işliyor.
Antakya’daki Vakıflı Köyü’nün (Romanda köyün adı Zeytinli diye geçiyor.) portakal çiçeği kokan baharlarına, meyve bahçelerine, güler yüzlü insanlarına çeviriyorum yüzümü. Doğu’nun Kraliçesi’nin koynundan veda ediyor kahramanlar bize. Baharat kokan başka bir kente doğru yol alırken geminin güvertesinden el sallıyorlar hazin.
“Gelecek, geçmişten her zaman daha büyüktür.”(sf.77)
edebiyathaber.net (27 Mayıs 2025)