Beklentinin Gücü: Pygmalion Miti ve Kendini Gerçekleştiren Kehanetin Psikolojik Boyutları Nelerdir?

2 hafta önce 8

Pygmalion, Roma şairi Ovidius’un Metamorphōsēs (Dönüşümler) adlı eserinin onuncu kitabında yer alan mitolojik bir karakterdir. Sanatla ideal güzelliği birleştiren bu anlatı yalnızca Antik Çağ edebiyatında değil modern psikoloji kuramlarında da etkisini sürdürmüştür.

Pygmalion etkisi, bireylerin kendilerine yönelik beklentilere uygun biçimde davranışlarını şekillendirdiğini ifade eden psikolojik bir fenomendir. Başka bir deyişle, bir kişi hakkında beslenen olumlu (ya da olumsuz) beklentiler, o kişinin performansını ve öz-yeterlik algısını doğrudan etkileyebilir. Bu yazımızda Pygmalion mitinin anlatı düzeyindeki detaylarına değinilecek ve ardından bu mitin çağdaş psikolojide nasıl kavramsallaştırıldığı incelenecektir.

Pygmalion’un Hikâyesi: Can Bulan Mermer

Kıbrıslı bir heykeltıraş olan Pygmalion, Ovidius’un Metamorfozlar adlı eserinin onuncu kitabında sanat ile idealizmin kesişiminde yer alan bir figür olarak karşımıza çıkar. Efsaneye göre Pygmalion, toplumsal ilişkilerden ve özellikle kadınlarla olan duygusal etkileşimlerden bilinçli biçimde uzak durmayı tercih etmektedir. Bu mesafe çevresindeki kadınların ahlaki yozlaşmasına, samimiyetsizliğine ve yüzeyselliğine gösterdiği bir tepkidir. Ona göre hakiki sevgi ve zarafet, artık dünyada varlığını yitirmiştir. Dolayısıyla aradığı bütünlüğü dış dünyada değil, kendi içsel yaratımında aramaya yönelir ve kendisini işine verir.

Bunun üzerine fildişinden bir kadın heykeli yontmaya başlar. Fakat zamanla heykel, sıradan bir sanat eserinin ötesine geçer. Öyle ki klasik güzellik idealinin cisimleşmiş hali olarak tanımlanabilecek kadar kusursuzdur. Her kas yapısı, her kıvrım titizlikle şekillendirilmiştir; öyle ki ortaya çıkan figür, yaşayan hiçbir kadında bulunamayacak kadar saf ve estetik bir nitelik taşır.

Öte yandan Pygmalion, yaptığı heykeli yalnızca güzel bir sanat eseri olarak görmez. Zamanla ona bir insan gibi davranmaya başlar. Onunla konuşur, geceleri yanına uzanır, ona hediyeler verir... Bu davranışlar Pygmalion’un kendi içinde taşıdığı güzellik anlayışına ve hayaline duyduğu derin sevginin bir dışa vurumudur. Ancak bu sevgi zamanla karşılığı olmayan tek taraflı bir bağa dönüşür.

Pygmalion ve Galatea, Etienne-Maurice FalconetPygmalion ve Galatea, Etienne-Maurice FalconetWikipedia Commons

Heykel artık onun gözünde sadece bir sanat eseri değil, duygusal bir tutkunun simgesi olur. Ona duyduğu ilgi bir sanatçının eserine olan hayranlığını aşar. Aralarındaki ilişki, gerçek ile hayal, canlı ile cansız arasındaki sınırların silindiği bir noktaya ulaşır.

Günün birinde Kıbrıs’ta, aşk tanrıçası Venüs onuruna büyük bir festival düzenlenir. Pygmalion da bu kutlamaya katılır. Tapınağın önünde uzun süre sessizce durur; içinde taşıdığı duygular, artık saklanamayacak kadar büyümüştür. İlk kez kalbindeki arzuyu dile getirmeye karar verir. Yavaşça sunağa yaklaşır, ellerini kaldırır ve içtenlikle dua eder. Ovidius Dönüşümler'de bu kısmı şöyle aktarmıştır:[1]

‘Ey tanrılar, eğer her şeyi bahşedebilirseniz, dilerim, karım olsun ...’ cesaret etmeden ‘fildişi sevgilim’ demeye Pygmalion, ‘fildişine benzer’ dediğinde. Anladı Venüs, o dileğin ne anlama geldiğini, kendi festivalinde bizzat bulunduğu için.

Anlatıya göre Pygmalion heykelin canlanmasını açık açık istemez, ama Venüs onun kalbini okur. Tam o anda sunağın alevi üç kez yükselir ve üç kez eğilir. Bu tanrıçanın kabul işaretidir.

Pygmalion eve dönerken içinde hem umut hem de endişe vardır. Heykelin yanına gider. Heykeline doğru eğilip onu her zamanki gibi öptüğünde, beklemediği bir şey olur. Heykelin soğuk olması gerekirken, sanki biraz ısındığını hisseder. Şaşkınlıkla ellerini onun tenine dokundurur. Sert fildişi artık yumuşamıştır; sanki gerçek bir insanın derisine dönüşmektedir.

Bu inanılmaz değişimin etkisiyle bir an duraksar. Sonra heykelin gözleri yavaşça açılır. Yüzüne bir renk gelir, bakışları Pygmalion’a döner. O an Pygmalion, kalbindeki dileğin gerçek olduğunu anlar. Artık yalnız değildir. Heykel artık canlı bir kadına dönüşmüştür ve onun sevgisine karşılık vermektedir.

Giuseppe Ghezzi-PygmalionGiuseppe Ghezzi-PygmalionMuseum of Fine Arts Budapest

Venüs’ün isteğiyle canlanan bu kadına, zamanla Galatea adı verilir. Ovidius’un eserinde bu isim geçmese de, sonraki dönemlerde yazılan hikâyelerde ve resimlerde bu isimle anılmaya başlanır.

Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.

Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.

Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.

Anlatı sonrasında Pygmalion ve Galatea evlenirler. Aralarındaki aşk, tanrılar tarafından onaylanmış ve kutsanmış bir ilişki olarak görülür. Ovidius'un anlatısına göre Paphos adında bir oğulları olur. Bu çocuk, ileride Kıbrıs’ta Venüs’e adanmış bir şehre adını verir (Türkçede bu şehir Baf ismi ile bilinir).[2]

Pygmalion’un Kültürdeki İzleri

George Bernard Shaw’un 1913 yılında kaleme aldığı Pygmalion adlı tiyatro oyunu, Pygmalion mitinin modern zamanlarda en çok bilinen ve en etkili uyarlamalarından biridir.[3] Antik mitin aksine Shaw’un hikâyesi gerçek dünyadaki sınıf ayrımları, toplumsal statü ve bireyin kimliği üzerine kuruludur. İrlandalı yazar mitolojik bir sanatçının bir heykeli şekillendirme hikâyesini, modern bir toplum eleştirisine dönüştürür.[4]

Oyunun merkezinde, dilbilimi uzmanı Profesör Henry Higgins ile alt sınıftan, sokakta çiçek satan genç bir kadın olan Eliza Doolittle yer alır. Higgins, Eliza’yı sadece eğlencelik bir sosyal deney olarak bakar; konuşma biçimini ve davranışlarını değiştirerek, onu üst sınıfın görgü ve kalıplarına uygun bir “hanımefendi”ye dönüştürmek ister. Bu süreçte Eliza, görünüşte daha saygın bir toplumsal konuma erişir; ancak bu dönüşüm, onun özgürlüğü, kişiliği ve kendi arzuları pahasına gerçekleşir. Tıpkı mitolojik Pygmalion’un kendi arzularına göre bir kadın heykeli yaratması gibi, Higgins de Eliza’yı kendi ideallerine göre şekillendirmeye çalışır.

Ancak Shaw’un anlatımı, klasik aşk hikâyelerinden oldukça farklıdır. Bu oyunda, kadın ve erkek arasındaki ilişki romantik bir ilişki değil, bir güç ilişkisi olarak ele alınır. Shaw, Eliza’nın özgürleşmesi ve kendi kimliğini kazanması fikrine vurgu yapar. Eliza dış görünüş olarak değişmesinin yanı sıra kişilik olarak da değişir. Öyle ki artık kendi kararlarını da sahiplenmeye başlar.

Yıllar sonra bu oyun, 1956’da My Fair Lady (Benim Tatlı Meleğim) adında müzikal olarak sahneye uyarlanmış, ardından 1964 yılında aynı adla sinemaya da aktarılmıştır. Bu popüler versiyonlarda ise hikâyenin tonunda önemli değişiklikler yapılmıştır. Shaw’un eleştirel yaklaşımı yumuşatılmış, Eliza ile Higgins arasındaki ilişki bir aşk hikâyesine dönüştürülmüştür. Böylece hikâye daha duygusal, daha geniş kitlelerin beğenisine hitap eden bir forma bürünmüştür. Oysa Shaw’un orijinal metninde aşk değil, toplumsal yapının birey üzerindeki baskısı ve kimlik inşası öne çıkar.

My Fair Lady müzikalinden bir sahne.My Fair Lady müzikalinden bir sahne.Wikimedia Commons

Shaw’un etkisi yalnızca bu oyunla sınırlı kalmaz. 1925 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş; ödül gerekçesinde onun "idealizm ve insani değerlerle bezeli yaratıcı edebiyatı" öne çıkarılmıştır. Ayrıca, My Fair Lady büyük ilgi görmüş ve Shaw, ölümünden sonra bu uyarlamayla Oscar kazanarak hem Nobel hem de Oscar kazanmış tek yazar olmuştur.

Pygmalion Etkisi: Beklentinin Gerçeği Şekillendiren Gücü

Az evvel okuduğunuz mitolojik anlatıda özetle Pygmalion, ideal kadını fildişinden yontar ve ona aşkla bağlanır. Bu bağlılık öyle yoğundur ki tanrıça Venüs, sanatçının duasını kabul eder ve heykeli canlı bir kadına dönüştürür. Mit yalnızca estetik arzuya değil, aynı zamanda inanç ve beklentinin dönüştürücü gücüne dayalıdır. Bu nedenle Pygmalion anlatısı zamanla yalnızca edebi bir sembol değil, psikoloji ve yönetim biliminde de etkili bir kavrama dönüşmüştür.

Pygmalion ve Galatea No. 1 (2014), Elisabeth CarenPygmalion ve Galatea No. 1 (2014), Elisabeth CarenBoston University College of Fine Arts

Günümüzde bu etki Pygmalion etkisi (ya da daha genel anlamıyla kendini gerçekleştiren kehanet) olarak adlandırılır.[5] Bu kavrama göre bir bireye ya da gruba yönelik yüksek beklentiler, o birey ya da grubun gerçek performansını yükseltebilir; düşük beklentiler ise tam tersi bir etki yaratabilir. Başka bir deyişle, birine ne olacağı değil, ondan ne beklendiği belirleyici olabilir.

Pygmalion Etkisinin Bilimsel Temelleri

Pygmalion etkisinin psikoloji alanında ilk kez net biçimde tanımlanması ve deneysel olarak gösterilme çabası, psikolog Robert Rosenthal ve Lenore Jacobson tarafından 1968 yılında gerçekleştirilen bir araştırmaya dayanır. Bu araştırma literatürde "Rosenthal-Jacobson deneyi" ya da "Oak School deneyi" olarak da bilinir ve eğitim psikolojisi tarihinde önemli bir dönüm noktası kabul edilir.[6]

Araştırma süreci şöyle işler: Rosenthal ve Jacobson, Amerika Birleşik Devletleri’nin Kaliforniya eyaletindeki bir ilkokulda (Oak İlköğretim Okulu), öğrencilere standart bir zekâ testi uyguladıklarını söylerler. Testin ardından öğretmenlere bazı öğrencilerin bu test sonuçlarına göre yakın gelecekte büyük bir akademik gelişim göstereceği bildirilir. Öğretmenlere söylenen şey, bu öğrencilerin özel bir potansiyele sahip olduğu ve yıl içinde performanslarının hızla yükseleceğidir.

Fakat araştırmanın önemli bir detayı vardır: Aslında bu öğrenciler tamamen rastgele seçilmiştir. Gerçekte, test sonuçlarına göre özel bir potansiyelleri ya da akademik avantajları yoktur. Rosenthal ve Jacobson, öğretmenlerin öğrenciler hakkındaki beklentilerinin öğrencilerin gerçek akademik performansları üzerinde anlamlı bir fark yaratıp yaratmayacağını görmek istemişlerdir.

Bir sonraki eğitim yılının sonunda araştırmacılar öğrencileri yeniden teste tabi tutarlar. Sonuçlar oldukça çarpıcıdır: Öğretmenlere “yüksek potansiyele sahip” olduğu belirtilen öğrenciler diğer öğrencilere göre belirgin olarak daha yüksek bir akademik performans göstermiştir. Bu çocukların IQ puanlarında ve genel akademik başarılarında istatistiksel olarak anlamlı bir artış görülür.

Araştırmanın sonucunda Rosenthal ve Jacobson şu sonuca varır: Öğretmenlerin öğrencilerden bekledikleri performans öğretmenlerin onlara karşı davranışlarını etkiler; bu davranışlar ise öğrencilerin kendilerine olan güvenlerini, motivasyonlarını ve dolayısıyla akademik başarılarını doğrudan şekillendirir.

Mikrobiyota: Yaşama Büyüleyici Bir Bakış

“Bilim yazarlığının zirvesi.” BILL GATES

“Etkisi bulaşıcı.” NEW YORK TIMES

2017 Wellcome Kitap Ödülü Finalisti

“Yılın En İyi Kitabı” Seçkilerinde
New York Times, Guardian, Popular Science, Times, Economist, Buzzfeed, Kirkus

“Hayvanlar evrimin kreması olabilir ama asıl pasta bakterilerdir.” ANDREW KNOLL

İçinizde trilyonlar yaşıyor. Koskoca bir dünya, capcanlı bir kolonisiniz aslında. Sadece bağırsağınızdaki bakterilerin sayısı, galaksimizdeki yıldızların sayısından fazla. Yüzlerce yıl adlarını hastalıkla anmış olsak da artık biliyoruz: Mikroplar yaşamın Azrail’i değil, bekçisi. Trilyonlarca mikrop organlarımızı şekillendiriyor, bizi hastalıklardan koruyor, davranışlarımıza yön veriyor. Aşılara nasıl tepki verdiğimizden, çocukların aldıkları gıdalardan ne kadar beslenebildiklerine kadar, yaşamımıza çok derin ve geniş kapsamlı katkıları var. Artık kesin olarak biliyoruz ki mikropları göz ardı etmek, hayata anahtar deliğinden bakmak demek.

Bu kitap kapıyı ardına kadar açıyor ve bizi vücudumuzdaki akıl almaz evrenle tanıştırıyor. Ed Yong, bizleri kendimize yepyeni bir açıdan, nehirlere, ormanlara, mercan resiflerine baktığımız gibi bakmaya çağırıyor: bireylerden çok, gelişen ekosistemler olarak. Mikrobiyota, dünyaya ve kendinize bakışınızı milyon minik yoldan değiştirecek. Bu kitabı okuduktan sonra muhtemelen bir “favori mikrop”unuz olacak.

Bilgiler ve Uyarılar:

  1. Bu ürün sipariş alındıktan 1-3 gün içinde postalanacaktır.
  2. Lütfen sipariş vermeden önce iade ve ürün değişikliği ile ilgili bilgilendirmemizi okuyunuz.
  3. Bu kampanya, Domingo Yayınevi tarafından Evrim Ağacı okurlarına sunulan fırsatlardan birisidir.

₺280.00

 Yaşama Büyüleyici Bir Bakış

Yani öğretmenler yüksek potansiyele sahip olduğuna inandıkları öğrencilere farkında olmadan daha fazla ilgi, sabır, teşvik ve geri bildirim sağlarlar. Öğrenciler bu özel ilgiyi hisseder ve kendilerini daha değerli ve daha yetenekli algılarlar. Netice olarak bu öğrenciler kendilerinden beklenen yüksek başarıyı gösterirler. Bu durum klasik anlamda "kendini gerçekleştiren kehanet" kavramının somut bir örneğini oluşturur.

Rosenthal ve Jacobson’un bu araştırması, eğitim dünyasında geniş yankı uyandırmış ve sosyal bilimlerde birçok benzer çalışma yapılmasına yol açmıştır. Takip eden yıllarda Pygmalion etkisi yalnızca eğitim alanında değil; iş yerlerinde, spor takımlarında, sağlık kurumlarında ve hatta aile ilişkilerinde dahi test edilmiş ve benzer sonuçlar elde edilmiştir.[7], [8]

Bu durum, insan davranışları ve performansının yalnızca bireyin içsel yetenekleriyle sınırlı olmadığını; dışsal beklenti ve tutumların da bu performansı önemli ölçüde etkileyebildiğini göstermiştir. Bu nedenle günümüzde, eğitimcilerden yöneticilere kadar pek çok alanda Pygmalion etkisini anlamak ve etkin biçimde kullanmak için çalışmalar yapılmaktadır.[9]

Her ne kadar Pygmalion etkisi birçok alanda destekleyici bulgularla doğrulanmış olsa da öte yandan bazı araştırmacılar etkinin bağlama, yaşa ve sosyal çevreye göre farklı düzeylerde etkili olduğunu belirtmiştir. Ayrıca etki gücünün abartılmış olabileceği ve uzun vadeli sonuçlarının her zaman istikrarlı olmadığı da tartışma konusudur. Yine de bu etki sosyal beklentilerin insan davranışlarını yönlendirmedeki rolünü vurgulayan önemli bir psikolojik ilke olarak nitelendirilmektedir.[10]

Sonuç

Mitolojik anlatılar, yalnızca eski zamanlara ait semboller değil; aynı zamanda insan doğasının temel yönlerini yansıtan evrensel temalardır. Bu temalar modern dünyada karşımıza çıkan birçok psikolojik ve toplumsal olguyu adlandırmada ve anlamlandırmada hâlâ önemli bir rol oynamaktadır. Nitekim Pygmalion etkisi de bu türden bir örnektir. Benzer biçimde, Narkissos miti, günümüzdeki narsisizm kavramına; Oedipus anlatısı, Oedipus kompleksine; Prometheus figürü ise teknolojik ilerleme uğruna sınırları aşma arzusuna gönderme yapmaktadır.

Yazının Tamamını Oku